Hudâ

"Hudâ", kelimesi Kur’an-ı Kerim’de on yedi şekilde tefsir edilir:

1. Beyân.

"İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (beyan) üzerindedir."[373]

"İşte şunlar, Rabb'lerinden bir hudâ (beyan) üze­rindedir." [374]

"Semûd (kavmin)e gelince, Biz onlara hudâ/hidâyet ettik ( beyan ettik bildirdik)." [375]

"Gerçekten Biz onu yola hudâ/hidâyet ettik (ona beyan ettik/bildirdik)." [376]

"Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı (onlara beyan etmedi/bildirmedi mi): Kendilerin­den evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenle­rinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, üstün akıl sahiplerine işaretler/deliller vardır." [377]

"Şu, onlar için bir hudâ/hidâyet sebebi olmadı mı (onlara beyan etmedi/bildirmedi mi): Kendilerinden evvel kaç kurun helak ettik, onların meskenlerinde gezip dolaşıyorlar? Şüphe yok ki şunda, işaretler/delliler vardır, kulak vermeyecekler mi?" [378]

2. İslâm dini.

"Şüphesiz ki sen, dosdoğru bir hudâ (dosdoğru bir dîn: İslâm) üzerindesin." [379]

"De ki: "Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" (dîn, İslâm dînidir)." [380]

"Şüphesiz hudâ, Allah'ın hudâsıdır" (dîn, İslâm dînidir)." [381]

Buna benzer âyetler çoktur. Örnek: İsrâ: 17/17; Kehf: 18/13, 55, 57.

3. İmân.

"Allah hudâya erenlerin hudâsını (îmânını) arttırır."[382]

"Biz de onların hudâlarını (îmânlarını) arttır­mıştık." [383]

"Size geldikten so a sizi hudâdan (îmândan) biz mi alıkoyduk?!" [384]

"Senin yanındaki ahdi gereği bizim için Rabbine du'â et. Gerçekten biz hudâya geleceğiz (îmân edece­ğiz, mü'minler olacağız)." [385]

4. Dâî/davetçi.

"(Ey Nebi)! Sen sadece bir uyarıcısın. Esasen her kavm için bir hadi vardır (onları davet eden bir davetçi olmuştur)." [386]

"Muhakkak ki sen, sırât-ı müstakîm'e hudâ/hidâyet (davet) ediyorsun." [387]

"Musa'nın kavminden de hakka hudâ/hidâyet (davet) eden bir ümmet vardır." [388]

"Onlardan, emrimizle hudâ/hidâyet (davet) eden önderler kıldık."[389]

"Gerçekten bu Kur'ân doğruya hudâ/hidâyet (davet) eder." [390]

"Biz Musa'dan so a indirilmiş olup önündekini doğ­rulayarak hakka hudâ/hidâyet (davet) eden bir Kitap dinledik." [391]

"Rüşde huda/hidâyet (davet) ediyor." [392]

"Onları cahîmin yoluna hudâ/hidâyet (davet) edin!" [393]

5. Marifet (bilmek, tanımak, öğ­renmek).

"Ve alâmetler (yarattı). Onlar yıldızla da hudâ/hidâ­yet bulurlar (yollarını tanırlar bilip öğrenir­ler)" [394]

"Onda (yeryüzünde), hudâ/hidâyet bulabilsinler (gidecekleri yolları tanısınlar, bilsinler) diye yollar yaptık." [395]

"Muhakkak ki Ben; yönelen, îmân eden ve sâlih amel işleyen, so a, hudâya/hidâyete eren (hidâyeti tanıyarak bilerek onu zikreden) kimse için gaffarım (çok bağışlayıcıyım)." [396]

"Bakalım hudâ/hidâyete erecek (sırrı tanıya­cak/bilecek) mi, yoksa hidâyete ermeyenlerden (sırrı tanımayanlardan, bilmeyenlerden) mi olacak?" [397]

6. Kitaplar ve rasûller.

"Şayet Benden size bir hudâ (rasûller ve kitap­lar) gelir de..." [398]

"Şayet Benden size bir hudâ (rasûller ve kitaplar) gelir de..." [399]

7. Doğruluk, doğru yolu bulmak.

"Umarım Rabbim beni sevâe's-sebîle hudâ/hidâyet eyler"(doğruya iletir, doğruyu gösterir) dedi." [400]

"Ve ben ateşin başında bir hudâ (bana yolu gös­terecek bir kimse) bulurum." [401]

"Bizi sevâi's-sirâta hudâ/hidâyet eyle (bize doğru yolu göster)!" [402]

8. Muhammed'in durumu.

"Doğrusu, inzal ettiğimiz beyyinâtı ve hudâyı (Muhammed'in durumunu, o'nun nebi-rasûl olduğu­nu) gizleyenler..."[403]

"Doğrusu, hudânın (Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun) kendilerine beyan edil­mesinin ardından arkalarını dönenler..." [404]

"Huda'nın (Muhammed'in durumunun, o'nun nebi-rasûl olduğunun) kendilerine beyan edilmesinin ardından o Rasûl'e karşı gelenler..." [405]

9. Kur'ân.

"Andolsun ki Rabb'lerinden onlara hudâ (Kur'­ân) gelmiştir." [406]

"Onlara hudâ (her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân) geldiğinde, insanları îmân etmekten alıkoyan şey, "Allah, rasûl olarak bir beşeri mi ba’setti" demeleridir." [407]

"Onlara hudâ (her şeyin açıklamasını ihtiva eden Kur'ân) geldiğinde, insanları îmân etmekten ve Rabb'lerine istiğfar etmekten alıkoyan şey, ancak ev­velkilerin sünnetinin kendilerine de gelmesini beklemeleridir." [408]

10. Tevrat.

"Andolsun ki Musa'ya hudâ (Tevrat'ı) vermiştik." [409]

"Andolsun ki Musa'ya Kitap vermiş, -onun likasından şüphe etme- ve onu İsrâîloğulları için hudâ (Tevrat'ı rehberlik) kılmıştık/yapmıştık." [410]

"Kitab'ı Musa'ya vermiş ve o'nu, İsrâîloğulları'na bir hidâ­yet kılmış (ve demiş)tik ki: "Beni bırakıp başkasını vekil edinnteyin!"[411]

11. İstircâda bulunmaya (innâ lillâh... de­meye) iletilmek.

"İşte Rabb'lerinden salavât ve rahmet onlara ve işte hudâya/hidâyete erenler (istircâda bulunmaya iletilenler) de onlardır." [412]

"Kim Allah'a (kendisine isabet eden musibetin Allah'tan olduğuna) îmân ederse, onun kalbini hudâya/hidâyete erdirir (kalbini istircâda bulun­maya iletir)." [413]

12. Hüccet/delil ortaya koyamama/delil ikâme edememe, da­lâletten dînine iletmeme.

"Allah kendisine mülk verdi diye Rabbi hakkında İbrâhîm ile çekişeni bilmiyormusun? Hani İbrahim, "Benim Rabbim dirilten ve öldürendir" deyince o, "Ben de diriltir ve öldürürüm" demişti. İbrâhîm, "Muhakkak ki Allah güneşi doğudan getiriyor, haydi sen onu batıdan getir" deyince, o kâfir apışıp kalmış­tı. Allah zâlimler kavmini hudâya (hüccet/delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâletten dîni­ne) iletmez." [414]

"Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram'ın imare­tini... Allah zâlimler kavmini hudâya (hüc­cet! delil ikâme etmeye, delil ortaya koymaya, dalâlet­ten dinine) iletmez." [415]

"Allah zâlimler kavmini hudâya (dalâletten dîni­ne) iletmez." [416]

13. Tevhîd.

"Seninle birlikte hudâya (tevhide ve hak dine) tâbi olursak, yerimizden koparılıp atılırız." [417]

"O ki Rasûlü'nü hudâ (tevhîd) ve hak dîn ile gön­derdi." [418]

"O odur ki, Rasûlü'nü hudâ ve hak dîni ile gönderdi; onu bütün dînlerin üzerine çıkarmak için. Şâhid olarak Allah kâfidir."[419]

14. Sünnet.

"Biz atalarımızı bir ümmet üzerinde bulduk; biz de onların âsârı üzerinde giderek hudâya/hidâyete ere­riz (muhtedûn) (küfür hususunda onların sün­netlerini takib ederek doğruyu buluruz)." [420]

"İşte bunlar (nebiler) Allah'ın hudâ/hidâyet etti­ği kimselerdir. O halde sen de onların hidâyetlerine (tevhîd hususundaki sünnetlerine) iktida et!" [421]

15. Islah etmez.

"Şüphesiz Allah hâinlerin keydini hudâya/hidâyete erdirmez (zinakârların amelini ıslah etmez)." [422]

16. Hayvanlara ilham.

"Rabbimiz her şeye (yeryüzünde hareket eden canlılara hayvanlara) hilkatini (kendisine uygun olan suretini) veren, so a da hudâ/hidayet (so a da ona maişetini ve otlayacağı yeri nasıl bula­cağını ilham) edendir." [423]

"O ki takdir edip (erkeği ve dişiyi yaratmayı tak­dir edip) hudâ/hidâyet verendir (erkeğe, dişiye nasıl yaklaşacağını, dişinin ona nasıl geleceğini (dişi­yi nasıl celbedeceğini) ilham edendir)." [424]

17. Tevbe ettik/döndük.

"Şüphesiz biz Sana hudnâ ettik (dön­dük)."[425]


16.02.2009 tarihinden beri 25944 defa okundu. Son takip: 19.03.2024 - 08:52