Kur'an
Kur'ân, Yüce Allah tarafından Hz. Muhammed'e Arapça olarak indirilip bize tevatür yoluyla gelen/naklolunan kitabın ismidir. Kur'ân, "gufran" ölçüsünde, okumak manasına gelen bir masdardır. Bu nazil olmuş kitabın hükümleri ve ayırıcı özelliklerinden birisi de (İsra: 17/106, Ra’d: 13/30, Müzzemmil: 73/4) ayetlerinden anlaşıldığı üzere, ağır ağır tertil ve tilavet ile okumak olduğu için buna "Kur'ân" ismi verilmiştir. (Bakara: 2/97, Nahl: 16/102, Şuara: 26/193) ayetlerinde buyurulduğu üzere, Kur'ân yüce Allah tarafından Peygamber'in kalbine Rûhu'l-Emîn ve Rûhu'1-Kuds denilen Cibrîl vasıtasıyla hak olarak indirildi. (İsra: 17/105, Zümer: 3928) ayetlerinde açıklandığı gibi, Kur'ân olmak üzere inmeyene Kur'ân denilmedi. Çünkü Kur'ân olmak üzere vahyolunmuş değildir. (En’am: 6/93, Ahkaf: 46/8, Hakka: 69/44-47, Yasin: 36/69) ayetlerinde de dile getirdikleri gibi, kâfirler, Kur'ân'ın Allah tarafından indirildiğine inanmak istemediklerinden, Muhammed'in söylediğine, kendinden uydurup, Allah'a isnat ettiği bir kitap veya bir sihir veya bir kâhin sözüdür, dediler. Hâlâ da öyle derler. Onun için Kur'ân'da bu iddiaları reddeden bir çok ayet inmiştir. Vakıa: 56/80. ayetinde ifade edildiği gibi, Kur'ân'ın bir ismi de tenzildir. Kur'ân'a Kur'ân isminin verilmesi özellikle nazmından dolayıdır. Çünkü önce okunan bizzat mana değildir. Manasını en güzel anlatan nazmıdır. Bundan dolayıdır ki Kur'ân Arapça'dır. Kur'ân da bunu bir çok ayetinde ifade etmiştir. "Biz onu Arapça bir Kur'ân olarak indirdik"[212] gibi. Şu Arapçadır, şu Türkçe'dir denildiği zaman lafızlar kastedilir. Çünkü mananın belli bir dile ait olması şartı yokur. Manası itibariyle Kur'ân daha çok "furkân", "hüdâ", "nûr", "rûh" gibi diğer isimleriyle anılmış ve bu isimler Arapça olmakla nitelendirilmemiştir. "El-Kitâb" ve "Kitâb-ı Mübün" isimleri de hem nazım hem mana açısından verilen isimlerdir. Çünkü bir ayette, "ayetleri açıklanan, müjdeleyici ve uyana olan Arapça bir Kur'ân'dır" [213] buyurulmuştur. Bunda ek olarak bir de yazılması hususuna işaret vardır. Bu yönden Kur'ân'ın yazısının da bir özelliği gözetilegelmiştir. So a Kur'ân'ın bir ismi de "Hüküm"dür. Bu da hem nazım hem mana açısındandır. Onun için "Arapça hükümler" [214] buyurulmuştur. Çünkü Kur'ândan hükümler çıkarmada nazmının da manası gibi özel bir önemi vardır. Bilhassa "Kur'ân", "hüküm", "kitap" isimlerinin Arapça kelimesi ile açıkça nitelendirilmesi bu üç isimde nazmın/yazının önemini ispat eder. Kur'ân'ın Arapça olarak indirildiği açık nas ile belirtildiği için, tenzil isminin de, hem mana hem nazım/metin açısından kastedildiğinde şüphe kalmaz. Zikir de böyledir. Bütün bu isimlerin içinde ise en üstünü olan özel adı Kur'ân ismidir. Kırâet ve tilavet te bunun kendine mahsus kurallarıyla okunmasıdır. "Kur'ân okunandır" denilmesi de bunun içindir ve bu Arapça'dır. Şüphesiz Arapça olan da nazımdır. İşte bir Arapça olan nazmın başka bir dilde benzerini yapmak mümkün olsaydı terceme edilebilmiş olurdu. Yalnız o terceme Arapça olmayacağı için Kur'ân olmaz da, Kur'ân'ın tercemesi olurdu. Fakat Kur'ân nazmı nasıl bir nazımdır? Herkesin bildiği harflerin, seslerin en güzellerinden, yerine göre en güzel nağmelerinden, bütün Arapların bildiği ve dolayısıyla bütün insanların anlayabileceği kelimelerin en güzellerinden seçilerek, Allah'tan başka kimsenin yapamayacağı canlı bir dokuma ile dizilip dokunmuş; lafız mananın, mana lafzın aynısı halinde, sonsuz beyan parıltılarıyla parlatılmış; "haydi bunun Allah'tan indirildiğinde şüpheniz varsa Allah'tan başka bütün güvendiklerinizi çağırarak, hatta insanlar ve cinler biraraya gelerek de bunun hatta bir sûrenin benzerini yapınız, fakat imkanı yok yapamazsınız."[215] diye bütün cihana meydan okuyan gayet basit bir teklif ve gaibten haber vermek suretiyle gözle görülen bu aleme gelmiş; her ayeti kolay ve sade görüldüğü halde, bulunup söylenmesi, taklidi zor bir söz olan öyle icazlı bir nazımdır ki, hiç Arapça bilmeyen bir kimseye bile okunduğu zaman tatlı bir söz olduğunu duyurur. Biraz Arapça bilen bir kimse bir ayeti işittiği zaman derhal bir mana anlar veya anladığını zanneder. "Ben de söyleyebilirim" diye hayal eder, bir de bakar ki, anlamamış. Çünkü nazmının her noktasında bir çok manalar sıkışmaya başlar. Onu taklit etmeye özendikçe yükselir, derinleşir, ölçüsü, ölçeği bulunamaz. Ayetten ayete geçildikçe zevki kat kat artar. Hayat sırrı gibi sonsuz giden sırlarının kuşattığı manalar insan kuvvetinin üstünde kalır. Eğer öyle olmasaydı, bu basit teklife karşı paralar harcayarak, silahlar çekerek, ordular toplayarak asırlardan beri Kur'ân'ı kaldırıp durmak için uğraşan insanlık, bu zahmetleri çekecek yerde onun bir benzerini yapıvermez miydi? Yapamamıştır ve yapamaz. Kur'ân'ın verdiği haberleri kimse yalancı çıkaramaz. Ne kadar yüksek olursa olsun, edebî şahsiyet kazanmış herhangi bir şahsın ifade üslubu yazıla yazıla az çok taklit edilebilir ve benzeri yazılabilir. Kur'ân'ın indiği andan itibaren, bütün Arap edebiyatçıları ve belagat ustaları, Kur'ân belâğatini kendi dillerine örnek edinmiş, bu sayede Arap dili ve edebiyatı açısından yükselmiş oldukları halde Kur'ân nazmını taklit etmeye, benzerini yazmaya yanaşan kimse ortaya çıkamamıştır. O halde kendi dilinde bile taklidini yapmak ve yazmak mümkün olmamış olan Kur'ân'ın nazım ve üslubunu diğer bir dilde taklit etmek, benzerini ortaya koymak elbette mümkün olamaz. Mümkün olmayınca da aynen terceme edilemeyeceği gibi, benzetmek suretiyle hiç terceme edilemez. Çünkü benzetme yapılmadıktan başka, ilmî değeri değiştirilmiş, bozulmuş, ve Kur'ân'da olmayan şeyler Kur'ân'a katılmış olur. Kur'ân'da, Kur'ân'ın ismi olarak çeşitli isimler geçmiştir. "El-Kitâb" bunlardan biridir. Hak ile bâtılı, helal ile haramı ayırması itibariyle Kur'ân'a "el-Furkân" denmiştir.[216] Kalpleri ve fikirleri aydınlatması itibariyle bir ismi de "nûr"dur.[217] Kur'ân'da "hüden li'l-muttakîn"[218], "hüden li'n-nâs"[219], "hüden ve yubeşşiru li'l-mu'minîn"[220] buyurulduğu için Kur'ân'a "el-Hüdâ" da denir. "Zikir aramızdan ona mı indirilmiş"[221], "Zikri biz indirdik onun koruyucusu da biziz"[222] ayetlerinde de ifade edildiği gibi, Kur'ân'ın bîr ismi de "ez-Zikr"dir. Aynı şekilde Al-i İmran: 3/58 ayetinde ifade edildiği gibi, Kur'ân'ın isimlerinden birisi de "hüküm"dür.[223] Bilginler, Kur'ân lafzı üzerinde çeşitli görüşler öne sürmüşlerdir. Nietkim bu kavram bazılarına göre hemzeli, bazılarına göre ise hemzesizdir. Rağıbu'l-İsfehânî'ye göre "Kur'ân lafzı "Karaa" fiilinden türemiş "Kufrân, Reyhân" gibi bir masdardır.[224] İmam Şafiî (ö. 204/819), Ferrâ, (ö. 822), el-Lihyânî (ö. 810) ve bir grup bilgin "Kur'ân" lafzının hemzeli olduğu görüşündedirler.[225] Hemzesiz olduğu görüşünü savunanlar der ki; Kur'ân lafzı bir şeyi diğer bir şeye bitiştirmek anlamına gelen ka-re-ne fiil kökünden türemiştir. Çünkü Kur'ân'da âyetler ve sûreler yan yana dizilerek birbirlerine eklenmişlerdir.[226] ez-Zeccâc’a göre de Kur'ân lafzı "fa’lan" vezninden olup hemzelidir. Toplayıp bir araya getirme mansına gelen "el-kar’ " kelimesinden türemiştir. Havuz, suyu toplayıp salıvermediği zaman "Karae’l-mâu fi’l-havdi" denir. Kur'ân da, geçmiş kitapların meyvelerini kendisinde toplamıştır. Bundan dolayı da kendisine bu isim verilmiştir. el-Lihyani de "Kur’an" lafzı "Ğufrân" vezninden hemzeli bir mastar olup, "telâ" manasında olan "karae"den türemiştir. Bu mastar, ismi mef’ulün mastarla isimlendirebileceği kaidesince "el-makru" (okunan, okunmuş) manasındadır.[227] Bu son görüş, görüşlerin en güçlüsü ve tercih edilenidir. Zira, Kıyamet sûresi, âyet 17 de "Muhakkak ki onun toplanması ve okunması bize aittir." diye buyrulur. İslâm'dan önceki dönemde Araplar, "Karaa" lafzını tilavetten başka anlamda kullanmışlardır. Amr b. Kulsûm şöyle der: "Beyaz renkli beyaz bir deve ama bir yavru doğurmadı."[228] Görüldüğü gibi Kur'ân lafzı, bugün ifade ettiği mana ile câhiliye döneminde bilinmemiştir, denebilir.[229]
16.02.2009 tarihinden beri 3507 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 08:44