Allah
Zât-ı mukaddesin özel ismidir.O'ndan başkası bu ismi kullanamaz. Kurtubî şöyle der: "Allah" ismi, zât-ı mukaddesin isimlerinin en büyüğü ve en kapsamlısıdır. Bu isim, uluhiyyet sıfatlarını şahsında toplayan, rububiyet sıfatlarıyla vasfılanmış olan, hakiki varlık olarak tek olan ve kendisinden başka ilâh olmayan gerçek varlığın adıdır. Allah, mabudi Hakkın, (gerçek Allah'ın) özel ismidir. İsm-i zattır ve ism-i alemdir. "Allah" diye isimlendirilen en yüce zât, kâinatın yaratılmasında, devamında, gelişmesinde bir ilk sebep olduğu gibi, lisanı irfanımızda da böyle yüce ve özel bir başlangıçtır. Hak Teâlâ'nın varlığı ve birliği kabul edilmeden kâinatı ve kâinattaki düzeni hissetmek ve kavramak bir hayalden, bir seraptan ve aynı zamanda telafisi imkansız bir ıstıraptan ibaret kalacaktır. Çünkü, "Allah" özel ismi üzerinde birleşmeyen ve düzene konmayan, ilmimiz, fennimiz, bütün bilgi ve eğitim sistemimizde iki ucu bir araya gelmeyen ve varlığımızı silip süpüren, perişan fikirlerden, mecalsiz/anlamsız bir toz ve duman yığınından ibaret kalır. Bunun içindir ki bütün ilim ve sanatlar, nihayet son aşamada bizi huzur-u vahdete çıkarmak içindir. İnsan, hakkı yalanlarken bile onu tasdik etme zorunluluğundan kurtulamaz. Mümkün olan gerçekler üstünde varlığı zorunlu olan Hakk, gerek ilmimizin, gerek varlığımızın ilk başlangıç noktası ve ilk sebebidir. Ve Allah onun ismidir. İnsan üzerinde etkisini sürdüren ve insanı cezbeden hiçbir şey tasavvur olunamaz ki onun arkasında Allah bulunmasın. Hak Teâlâ öyle bîr "vâcibü'l-vücûd"dur ki, yani varlığı öylesinine zaruridir ki, gerek enfusî ve gerek afakî varlığımızın bütün gidişatında, onun vücub-ı vücudunu yani varlığının zorunluluğunu gösterir. Öyle ki, bizim ruhumuzun derinliklerinde her şeyden evvel Allah'ın zatına kesin bir tasdikin, bir tasdiki mutlakın var olduğu muhakkaktır. İşte "Allah" ismi celâli, bütün hislerimizin tasavvurlarımızın birinci şartı olan öyle derin ve vahid gizli hissin görünenin ve görünmeyenin birleştiği nokta olan parıltı halinde, hiçbir engel olmaksızın, doğrudan doğruya yüce Allah'ın zâtına ait olan özel bir isimdir. Yani bu isim önce zihindeki bir mana, ikinci olarak o vasıta ile Allah'ın zâtına delâlet eden yalnızca ona ait olan bir ism-i hastır, bir özel isimdir. Zihindeki bir mana olmayarak yalnızca ve özellikle belli zatın ismi ise özel bir isimdir. Bize göre isim ile isimlendirilen varlık aynıdır. Normal dilde, günlük konuşmalarda özel isim ile alem ismi arasında bir fark aranmazsa da, ilim dilinde bunlar arasında fark vardır. Allah için zât ismi ve alem ismi mümkün müdür? Bu konuda üç tecelli algılanır. Zâtın tecellisi, sıfatın tecellisi, eserlerin tecellisi. İsimlerin tecellisi de bunlardan biri ile ilgilidir. Zât isminin, zâtın tecellisini ifade eden bir isim olması gerekir. Sıfat tecellisine sıfat isimleri, eserlerin tecelisine de fiil isimleri denilir. Biz bunu bütün isimlerde esas olarak kabul ettiğimiz için, Allah'ın isimleri tevfikîdir diyoruz. Bundan dolayı zât isminin, mevhumu olan bir özel isim veya mevhumu olmayan bir şahıs ismi olması aslında mümkündür ve bizim için yeterlidir. Allah ismini, özel isim olarak bir mefhum ile mülahaza edebilmek için, selbî, subûtî bütün özel sıfat ve fiillerini tasavvur etmek ve so a onu özetlemek gerekir. Bu da şöyle olabilir: "O zâtı vâcibü'l-vücûd ki, bütün sıfatların en mükemmelini kendisinde toplamıştır." Sadece vâcibü'l-vücud demek de kâfidir. Çünkü bütün sıfatları en mükemmel şekilde kuşatmak, bunları kendisinde toplamak, varlığı zorunludur demek olan, vâcibü'l-vücudun bir tefsiri ve bir niteliklerinin ortaya konulmasıdır. Bunun bir özeti de "bihakkın Mabud=İIahî Hak=Hak ta ı" mefhumudur. Arapça'da bu mefhum, bilinen, belli bir ta ı demek olan "El ilah" özel ismi ile öz bir şekilde ifade edilmiştir. "Halikı âlem (kâinatın yaratıcısı) veya "halikı küll (her şeyin yaratıcısı) manasıyla da yetinilebilir. Bunları Allah-u Teâlâ'nın isminin bir tarifi ve lafzîsi olarak da kabul edebiliriz. Biz herhalde şunu itiraf ederiz ki, bizim "Allah" ism-i celâlinden duyduğumuz, anladığımız birinci mana, bu mefhumların hepsinden daha açık ve daha kapsayıcıdır. Çünkü bu özel ismin, bir ism-i alem olması kalbimize daha yakındır. Gerek ism-i has/özel isim, gerek alem ismi (işaret, remiz, sembol), "Allah" yüce ismi ile, Allah'tan başka hiçbir mabud / ilah anılmamıştır. "Sen onun bir adaşı olduğunu biliyor musun?" [149] ayetinde ifade edildiği gibi, O'nun adaşı da yoktur. Dolayısıyla bu özel ismin tesniyesi, cem'i (ikili ve çoğulu) de yoktur. O halde ancak taaddüd-ü esma/çok isimlilik caizdir. Hatta ismi hassı/özel ismi bile taaddudî/birden çok olabilir. Farklı lisanlar da Allah-u Teâlâ'nın ayrı ayrı özel ismini bulmak mümkündür ve şer'an caizdir. Böyle olmasına rağmen bilinen lisanlarda aynı/eş anlamlısını bilmiyoruz. Mesela; Ta ı, Huda isimleri, "Allah" gibi özel isim değildir. İlah, rab, mabud gibi ismi âm/genel isimdir. Huda, rab demek olmayıp da "hud'ay" kelimesinin kısaltılmışı ve vâcibü'l-vücud demek olsa yine özel isim değildir. Arapça'da ilah'ın çoğulunda "âlihe", rabbin çoğulunda "erbâb" denildiği gibi Farsça'da hudâ'nın çoğuluna "hudâyân" denilir. Lisanımızda da "Ta ılar, mabudlar, ilahlar, rablar" denilir. Çünkü bunlar haklıya haksıza ıtlak edilmiştir. Yani hem gerçek hem de gerçek olmayan ta ılar için kullanılmıştır. Halbuki "Allahlar" denilmemiştir ve denemez. Böyle bir tabir işitirsek söyleyenin cehline ve gafletine yorarız. Son zamanlarda edebî metinlerde ismi alemlerin, özel isimlerin, saygı maksadıyla çoğul yapıldığı ve mesela "Ebussuûdlar, İbni Kemaller" denildiği söz konusu ise de, alemi vahdaniyyet olan "Allah" ismi celâlinde böyle bir tabir saygısızlık anlamına geleceğinden, hem gerçek dışıdır, hem de edebe aykırıdır. Bu azameti ancak Allah "biz" diye gösterir. Halbuki ta ı adı böyle değildir, mabud, ilah gibidir. Batıl mabudlara dahi, "ta ı" cins ismi verilir. Müşrikler birçok ta ılara taparlardı falanların ta ıları şöyle, falanların ta ıları böyledir denilirdi. Demek ki "ta ı" cins ismi, "Allah" özel isminin eş anlamlısı değildir, ta ı daha genel anlamlıdır. Bu nedenle "Allah" ismi "tanrı adı" ile tercüme edilemez. Fransızca'da, "Allah" isminin "diu" ile tercüme edilmesi de yanlıştır. Arapça'da "Allah" yüce ismine benzeyen hiçbir kelime yoktur. Öncelikle Hz. Muhammed'in risaleti döneminde bütün Araplar'ın bu özel ismi tanıdığı bilinmektedir. Kur'ân azimüşşan bize bunu, "Gökleri ve yeri kim yarattı diye sorsan, elbette, “Allah' derler." [150] ayetiyle bildiriyor. Şimdi bizde olduğu gibi o zamanda da bu ismin Arap dilinin tam bir malı olduğu şüphesizdir. So a bunun Hz. İsmâîl zamanından beri geçerli olduğu da bilinmektedir. Bu nedenle Arapça olduğunda bir şüphe yoktur. Eğer "Allah" kelimesindeki "el" harfleri belirleme edatı ise, kelime herhalde başka bir şeyden nakledilmiştir. "Allah"a isim olarak verilmesi ikinci bir kök sayesinde mümkündür. Fakat bunun başlangıçta Arap dilinde diğer bir isimden veya sıfattan alınmış olması mümkündür ve asi olan budur. "Allah" kelimesinden "el" edatı kalkınca "lah" olur. Gerçekten Arapça'da "lah" ismi vardır ve Basralı alimlerin büyük çoğunluğu Allah'ın bu kelimeden türetildiğini söylemişlerdir. "Lah"; gizlenme ve yükselme manasına "lahe", "yeliha" fiilinin masdarı olduğu gibi bundan "ilah" manasına da bir isimdir ve "lahum", "lahumme" denilir. Arap şairi: "Rebah'ın yemini gibi onu büyük olan Allah (lahum) işitir." Demiştir. Aynı şekilde, Rasûl-ü Ekrem efendimizin dedesi Abdul-muttalib'in fil olayında Ka'be'nin kapısının halkasına yapışarak; "Ey Allahım (lahum); kul kendi evini korur, sen de kendi evini koru." diye Allah'a yalvarmıştı. Şu halde "lah" isminin başına "el" getirilerek "Allah" denilmiş ve özel isim yapılmış demektir. "Lah" isminin Süryanice'deki "Laha"dan veya İbranice"deki "Elahim"den alındığı iddia edilmekle birlikte, hangisinin daha eskiye dayandığı bilinmemektedir. "Lah", "lahüm" kelimeleri her ne kadar Arapça'dan başka bir dilden alınmış olsa da, "Allah" kelimesinin, "el" takısı, "lah" ile birleştirilerek ondan alınmış olsaydı onun hemzesinin nida (çağrı) halinde yerinde kalmasına dilin kuralı izin vermezdi. Bu nedenle, Kûfeliler dahi birçok dil bilgini, "Allah" kelimesinin "lah"dan değil "ilah" cins ismi ile eş anlamlı olan "elilah"dan türetilmiş olduğunu söylemişlerdir. Bu iki tetkike göre de Allah ismi, büyük türeme ile türeyen bir Arapça isimden nakledilmiş ve onun asıl manasını ihtiva etmiştir. Hem aslı hem kendisi Arapça'dır. Ancak bazılarının zannına göre, aslı Arapça değil, Arapça'ya nakledildikten so a sırf Arapça'dır. Müfessir ve nahiv alimi Endülüslü Ebû Hayyân'a göre; Allah ismi hemen söylenmiş bir sözdür, türememiştir. Yani ilk kullanıldığında Allah'ın özel ismidir. Gerçekten çağırma kipinde "Allah" kelimesinin başındaki hemzenin düşmeyişi ve oraya bir şey girmeden çağırma edatı "ya" ile birleşmesi, bu hemzenin, kelimenin aslından olduğunun delilidir. Bundan dolayı "el" belirleme edatı değildir. Ancak kullanmayı kolaylaştırmak için bazen edat gibi kullanılmıştır ve Allah kelimesinin sonuna tenvin getirilmemiştir. Özetle "Allah" ismi türemiş veya başka bir dilden Arapça nakledilmiş değildir. Başlangıçtan itibaren özel bir isim olarak kullanmıştır. Allah ismi, uluhiyet vasfından değil, ilahlık ve mabudiyet vasfı ondan alınmıştır. Allah ibadet edilen zat olduğu için Allah değil Allah olduğu için kendisine ibadet edilir. O'nun ilahiyeti, tapılmaya ve kulluk edilmeye layık olması kendiliğindendir. İnsan puta tapar, ateşe tapar, güneşe tapar, kahramanlara, zorbalara veya sevdiği bazı şeylere tapar; taptığı zaman onlar ilah, mabud olurlar, so a bunlara tapmaktan vaz geçer, cayar tanımaz olur, o zaman onlar da mabudiyet ve ilahiyet vasıflarını yitirirler. Halbuki insanlar, Allah'ı mabut tanısınlar tanımasınlar o bizzat mabuttur, ilahtır. Ona her şey ibadet ve kulluk borçludur. Hatta onu inkar edenler bile ona kulluk etmek zorundadırlar. Bu yüce isim yani "Allah" ismi, lisan açısından da, adının sahibi gibi, bir ezeliyet perdesi içindedir. Bütün bunlardan en basit bir mana edinmek için söylenecek söz hayret ve büyüklüktür. Allahu ekber. [151]
16.02.2009 tarihinden beri 7638 defa okundu. Son takip: 22.11.2024 - 04:41