Hidayet
Hidayet, istenilen hedefe ulaştıracak şeye, lütuf ve incelikle, zerafetle kılavuzluk etmek anlamındadır. Hidayet, sadece yolu gösterivermek, yola götürüvermek, hatta sonuna kadar götürüvermek fiillerinden biri ile gerçekleşir. Birincisine; hedefine vardırmayan kılavuzluk veya irşad, ikincisine hedefine vardıran kılavuzluk veya tevfîk denilir. Bu kılavuzlukta lutuftan maksad, sertlik ve şiddetin karşılığı olan yumuşak huyluluktur. Letafetten maksad da incelik ve zerafettir. Hidayet yalnız iyiliği istemeye aittir. Örneğin hırsıza yol göstermeye, kılavuzluk etmeye hidayet denmez. "Onları sıratı cahime götürün (fehduhum)"[313] ayetinde olduğu gibi olumsuz anlamda kullanılması, yani sonu hayır olmayan bir yere götürmek anlamında kullanılması, alay etmek, küçümsemek gibi bir nükteye binaen mecaz olur. Demek ki, hidayet her istenilene mutlaka hidayet etmek değil, irşad gibi maksadında iyilik, uygulamasında da iyilik, zerafet ve incelik bulunan bir kılavuzluktur. Hidayet et/ver anlamındaki "İhdi" kelimesi ise, "hidayet" masdarından emir kipidir. Bu kip ile yukarıdan aşağıya, büyükten küçüğe, kesinlikle meydana gelen işi/eylemi yapmayı istemeye; emir, aşağıdan yukarıya yapılan isteğe; dua, bu eşit seviyedeki kimseler arasında yapılırsa; rica denilir. Allah'ın hidayeti sayılmayacak kadar çoktur. Bu hidayet, evreni yaratmasından, insana, sıhhat, sağlık, akıl ve irade vermesine, insana kılavuzluk etmesi için peygamber ve vahiy göndermesine kadar hayatın bütün alanlarına şamildir. [314] Hidâyet türevleriyle birlikte 316 âyette yer alır. Arap dilinde "hedâ" kökünden gelir. "Hedâ" ise doğru yolu bulmak, yola girmek, yol göstermek, doğruyu, iyiyi, güzeli farketme, bunlara giden yolda yürümek anlamlarını ihtiva etmektedir.[315] Rağıb'a göre ise "hidâyet", yumuşaklıkla rehberlik etmektir.[316] Bir diğer ifade ile "hidâyet", insanın sergilediği iyi ameller sonucunda elde ettiği bir yoldur. Aynı kökten gelen ve "hedâ" kavramının ism-i faili olan "el-Hâdî" ise Allah (c.c)'ın isimlerinden olup, kullarına kurtuluş yolunu gösteren ve açıklayan anlamına gelmektedir.[317] Bu bağlamda Allah (c.c), hidayeti (doğruyu), peygamberler ve kitaplar vasıtasıyla insanlara bildirmektedir. Şayet bunlar gönderilmeseydi insanlar doğruyu net olarak bilemezlerdi. Dolayısıyla bu kitaplardan ve peygamberlerden yararlananlar doğruyu ve hidayeti bulmayı arzulayanlardır. Bunlar takva sahibi olarak da nitelenebilirler. İlim ve marifet hidayeti bulmak için tek başına yeterli değillerdir. Çünkü nice ilim sahipleri vardır ki takvaya ve ilmiyle amel etmeye yönelmedikleri için kendileri batıla düştükleri gibi başkalarını da saptırmışlardır.[318] Câhiliye şiirinde "hidâyet" kelimesi çokça kullanılmıştır. Zira o dönemde, şartların da zorlamasıyla insanlar, devamlı yolculuk ve sefer halinde bulunduklarından dolayı, her zaman böyle bir yol göstericiye yani rehbere ihtiyaç duymaktaydılar. Çünkü çöl son derece tehlikeli bir yerdi. En tecrübeli kılavuzlar bile bir noktada şaşırıp sapabilirlerdi. Dolayısıyla, şaşırmadan kılavuzluk görevini yapmak, bir rehber için gurur ve övünç vesilesiydi. Nitekim Abîd b. el-Abras, şiirlerinin birinde kendisinin iyi bir "hadî" yani rehber olduğuyla övünerek şöyle der: "Bu öyle bir vadi ki, en tecrübeli kılavuzlar bile burada yollarını kaybederler."[319] Araplar, mızrağın ucundaki sivri demire de, mızrağa doğru yolu gösterdiğinden dolayı "hadî" demişlerdir. İmruu'l-Kays bir beytinde şöyle diyor: "(Avda) hayvan sürülerinin, öndekilerine yetişip onları göğüslemesinden, atımın kanlara bulanan yelesi, kına ile boyanmış ve taranmış bir ihtiyar sakalı gibiydi."[320] Beyitlerden anlaşıldığına göre câhiliye döneminde bu iki kavramın kullanım alanı lügat manalarıyla sınırlıdır. Yani sadece çölde yol göstermeyi ifade ederdi. Yine o dönemde çöldeki yolları iyi bilen ve insanlara yol gösterip varacakları yerlere selametle götüren kimseye "hâdî" denmiştir. Kur'ân'ın düşünce dünyasında ise "hâdî" kavramı sadece dünya ile sınırlı kalmaz. Fakat hemen şunu belirtelim ki, Kur'ân'da "hadî" (hidâyet veren) bizzat Allah'tır. Ve bu öyle bir kılavuzdur ki, O'nun rehberliğinde yürüyen asla şaşmaz ve yolunu kaybetmez. Görüldüğü gibi Kur'ân bu kavrama manevi bir boyut kazandırmaktadır. Çünkü kavram ilk başta çölde seyahat esnasındaki rehberlikle ilgili iken daha so a, insanın, ucu bucağı olmayan manevi çöllerin aşılması ile ilgili kullanılır olmuştur."[321] Öte yandan Kur'ân'a göre hidâyet veya dalâleti seçmek insanın elindedir. Dolayısıyla insan isterse hidâyeti, isterse dalâleti seçer. Bu fiil, if’al babına aktarılınca hediye vermek anlamına gelir. Bu da şuna işaret edebilir: Hidâyet; Allah'ın insanlara bir hediyesidir. Çünkü Allah, hidâyeti, doğru yolu göstermeseydi hidâyeti kim bulabilirdi?[322] Bu itibarla Kur'ân'a göre tek hidâyet kaynağı Allah'tır.[323] Allah bu hidâyetini peygamberler vasıtasıyla gerçekleştirir.[324] Kur'ân'daki anlamıyla doğru kabul edilen yolu gösterme veya talep edilen yolu gösterip oraya ulaştırmak, hidâyeti ifade etmek için yeterli değildir. Mesela hırsıza yol göstermeye rehberlik etmeye hidâyet denmez. Dolayısıyla yol göstermenin hidâyet olabilmesi için yolun dosdoğru olması gerekir. Bu da ancak İslâm'a giden yolda yapılan kılavuzluktur.[325]
16.02.2009 tarihinden beri 3057 defa okundu. Son takip: 17.11.2024 - 07:07