Terceme/Kur'ân'ın Tercemesi

Terceme, bir kelamın manası­nı diğer bir lisanda dengi bir tabir ile aynen ifade etmektir. Tercemenin aslında manasına tamamen mutabık olması için sa­rahatte (açıklıkta), delâlette, özet­lemede, tafsilde (etraflıca anlatım­da), özelde, genelde, şartlardan bağımsız olmakta, şartlara bağlı olmakta, kuvvette, delillendirmede, güzel anlatımda, açıklama üs­lubunda, kısacası, ilimde, sanatta asıldaki ifadeye eşit olması gerekir. Yoksa tam bir tercüme değil eksik bir anlatım olur. Diller arasında ne kadar ben­zerlik bulunursa bulunsun, her birini diğerinden ayıran birçok özellikleri vardır. Bu nedenle dille ilgili bir özelliğe sahip olmayan, edebî ve ilmî bir yanı bulunma­yan yalnız akıl ve mantığa hitap eden kuru ve teknik eserlerin, ilmî seviyeleri ilerlemiş dillere tam anlamıyla tercüme edilmesi mümkün olduğu hususunda söy­lenecek bir söz yoksa da, hem ak­la hem de kalbe, yahut yalnız zevk ve hislere hitap eden, dil açısından edebî değere ve sanat zev­kine sahip olan canlı ve güzel eserlerin tercümelerinde başarı görüldüğü azdır. Bunların benze­rini yazmak onları tercüme et­mekten daha kolaydır. Örneğin Türkçe'deki şu beyiti ele alalım. "Geh gözde, geh gönülde hadengin mekan tutar, Her kanda olsa kanlıyı elbette kan tutar." Şüphesiz bu manada, buna benzer belki de daha güzel nazi­reler söylenmiştir. Lakin bu beyt aynı letafetle acaba başka bir dil­le tercüme edilebilir mi? Hatta şimdiki lehçemizde "her nerede olsa kanlıyı elbette kan tutar" denildiğinde mısranın bu cinası ve telmihi zayi edilmiş olmaz mı? Böyle her nerede olursa olsun, kanlıyı iki kan arasında yakala­yıp tutturmak hissini verecek eş sesli üç kelimeyi bir mısrada bir araya getirmek kaç dilde mümkün olabilir? Fuzûlî merhum güzel sözleri yanlış yazı ile berbad edenlere beddua ederek Arapça şu kıtayı söylemiştir. "Tebbet yedâ kâtibin levlâhu mâ karabet Ma'muratun essiset bi'l-ilmi ve'l-edeb Arda mine'l-hantri fi'l-ifsâdi nushatihi Testazhiru'l-aybe tağyîran mine'l-inabi" Bunun neşren meali şudur: "Elleri kurusun o kâtibin ki, eğer o olmasaydı ilim ve edebiyatla kurulan hiçbir mamur yapı harab olmazdı. (Kâtip) nüshasını boz­makta şaraptan daha kötüdür." Fuzûlî, "inab" (yaş üzüm) ke­limesinde bir değiştirme yaparak "ayb"ı (ayıbı) ortaya çıkarmak is­ter. Görülüyor ki bu anlam harfiyyen tercüme gibi göründüğü halde aslının dengi olmuyor. Fuzûlî, kendisi bu kıtayı şu şekilde tercüme ederek bize, gü­zel bir yadigâr bırakmıştır. "Kalem olsun eli ol kâtibi bedtahrîrin Ki fesadı rakamı sûrumuzu (dü­ğün) şur (kavga) eyler Gah bir harf sükutiyle kılar "nâ­dir"i "nâr" Gah bir nokta kusuruyla "göz"ü "kör" eyler." Bu kıta öncekinin aynı değil­dir ama edebî bir tercümedir. Öncekine denk tercümedir. Harfiyyen değil tanziren bir tercümedir. Asıl mana itibarıyla edebî değeri­ne göre onun yerine konabilir. İlk evvelkinde noksan bıraktığı yön­leri diğer yönden tamamlamıştır. "İnab"ı "ayb", "sur"u "şur", "nâdir"i "nâr", "göz"ü "kör" etmek; bunların hepsi manayı aynı şekil­de bozma ve değiştirmenin misal­leridir. Edebî eserlerin tercümesi için de bundan başka yol yoktur. Fa­kat böyle edebî mahiyette beliğ bir eser şiirden ibaret olmayıp ay­nı zamanda ilmi, hukuku ve diğer bir surette hükmü dahi kapsıyor­sa o vakit böyle bir tercüme, ter­cüme değil tahrif olur. Herhangi bir dildeki basit bir sözü bile tercüme ederken bilgi vermek gerekebilir. Açıklama ve yorum yapmadan anlatımdaki farkları ortaya koymak mümkün olmayabilir. Örneğin Zeyd ayağa kalkmış, bir olay olmuştur. Bunu anlatmak için Arapça'da bir takım özellikler ve incelikler vardır. Eğer ayağa kalkmasına önem ve öncelik verilecekse; "karne Zeyden", Zeyd'e önem ve öncelik ve­rilecekse; "Zeyden karne", konu, bu konuda tereddüdü olan kişiye anlaşılması için anlatılıyorsa; "kad karne Zeyden", konu, onu kabul etmeyen birisine anlatılı­yorsa inkar derecesine göre; "inne Zeyden kad karne" vs... denilir. Bu nedenle açıklama ve yo­rum yapmadan bu farkları her dilde göstermek mümkün olma­yabilir. Asıl olay anlatılsa da en azından sözün inceliği ve bundan beklenmeyen, ters bir sonuç da el­de edilebilir. Tercümeyi okuyan kimse hoşlanacağı yerde ürker, ürkeceği yerde hoşlanabilir. Barış yapacağı yerde savaş yapabilir. Savaşacağı yerde anlaşma yap­maya kalkabilir. Fuzûlî'nin dediği gibi "sûr"u (düğünü) "şur" (kav­ga), "göz"ü "kör" yapabilir. Hele konu Kur'ân olunca, işin ehemmiyeti daha bir artar. Çünkü, Kur'ân'ın pek çok ilim ve öğretmeye, hüküm ve hikmete yönelik asıl maksadından olan manalardan başka bir de nazmının edebî yönü vardır. Kur'ân'a, Kur'ân denilmesi de bu nazmı ile ilgilidir. Çünkü önce okunan biz­zat mana değil, manasını en güzel şekilde anlatan nazımdır. Bundan dolayıdır ki Kur'ân Arapça'dır. Şu Arapça'dır, şu Türkçe'dir deni­lirken lafızlar kastedilir. Çünkü mananın belli bir dile ait olma zo­runluluğu yoktur. Manası itiba­riyle Kur'ân daha çok, Furkân, Hüdâ, Nûr, Rûh gibi isimlerle anılmış ve bu isimler Arapça ol­makla nitelendirilmemişim An­cak, el-Kitâb ve Kitâb-ı Mübîn isimleri hem nazım hem mana açısından verilen isimler olmuş­lardır. Bunun için nazmın ve lafız­ların özel bir önemi vardır. Kur'ân'ın bir ismi de Hüküm'dür. Bu kelime de, hem mana hem de nazım açısından bir öneme sahip­tir. Kur'ân'ın nazmı Arapça'dır. Bu nazmı bir başka dilde aynen oluşturmak mümkün olsaydı Kur'ân tercüme edilmiş olabilirdi. Yalnız o tercüme, Arapça olmaya­cağı için Kur'ân olmaz da Kur'ân'ın tercümesi olurdu. Böy­le bir şey birçok nedenden dolayı mümkün olmayacağı için aynen tercüme edilemez. Kur'ân'ın ken­di dilinde bile benzerini yazmak mümkün olmamışken bir başka dilde bu nasıl mümkün olabilsin? Ancak toplumun Kur'ân çeş­mesinden sürekli olarak yararla­nabilmesi için onun tefsir ve me­alinin yapılması gerekir. Bunun için Kur'ân'ı anlayanların anla­mayanlara açıklama vazifesi var­dır. Bu açıklama vazifesi, tebliğ ve tefsir vazifesini teşkil eder. Bu tef­sir ihtiyacı Arapça bilenler için de gereklidir. Bu nedenle ilk tefsirler önce Arapça bilenler için yazıl­mıştır. Bu tebliğ ve tefsir vazifesi­ni önce bütün usulü ve ihtiyaca göre Peygamber efendimiz yap­mış ve değişik dillere göre neşret­meyi ve herkesin istifadesine sun­mayı ümmetine emretmiştir. İşte bu vazifenin bir yansıma­sı olarak ben de bir tefsir ve meal tarzında Hak Dini Kur'ân Dili adlı çalışmayı yaptım. [178]


16.02.2009 tarihinden beri 3578 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 09:46