Câhiliye

Kur'ân'da dört âyette zikredilen[11] bu kavram, "cehile" kökünden türemiş olup klasik lügatlarda bu kelimeye ilmin karşıtı olarak genellikle "bilgisizlik" anlamı verilmiş[12] ve İslâm'ın doğuşundan önce Arabistan tarihinin karanlık döne­mine isim olarak kullanılan bir ıstılah halini almıştır.[13] Esa­sında cahiliye, Kur'ân'ın öngördüğü İslâmî ahlâk ve entellektüel nazardan mahrum, her türlü hayat, davranış ve tutum tarzını temsil etmektedir.[14] Arap dilinin ölümsüz üstadı Rağıbu'l-İsfehânî, onun manasının üç şekilde incelenebileceğini söyler. Ona göre bu kavram; "nefsin ilimden yoksun olması, gerçeğin dışında bir şeye inanmak, -ister doğru ister yanlış olsun- bu inanca uymayan hareket ve fiillerde bulunmak"[15] gibi anlamları içermektedir. Seyyid Şerif Cürcânî ise "cehl" kelimesini yukarıdaki tanıma yakın olarak, "Bir şeyin gerçeğinin zıddına inanmak" olarak tanımlamıştır. Ancak bu tanıma itiraz edilerek "cehl", bilginin yokluğu ve zihinde olmayan bir şeydir, denmiştir. O da buna karşı çıkarak "cehl" kavramının zihinle ilgili olduğu hususunda ısrar etmiştir.[16] Tanımlardan anlaşıldığı üzere Râğıb, cehlin yorumunu, nefsin ilimden boş olması olarak tavsif ederken, Cürcânî'ye gelen itiraz, "bilginin yokluğu ve zihinde olmayan bir şey" olarak ifade edilmiştir. Diğer yandan gerçeğin dışında olması bakımından Rağib'ın verdiği mana ile, Cürcânî'nin aynı kavramla ilgili öne sürdüğü yorum arasında, mutabakat vardır denebilir. Şu kadar var ki Râğıb, "gerçeğin dışına", Cürcani ise "gerçeğin zıddına inanmaktır" demiştir. Batılı müsteşriklerinden olan Goldziher, "cehile" kelimesini incelerken, yukarıdaki anlamlardan farklı olarak onu; "alime"nin değil, "halume"nin (sakin, sabırlı ve halim olma) karşıtı olarak tanımlar. Dolayısıyla "cehile" sert, kaba, pek hoyrat ve kırıcı gibi manalar taşımaktadır. Bu itibarla ona göre "cehile" barbarlık, kabalık ve sertliktir. Kur'ân'ın bu ıstılaha getirdiği yeni mana da bu yöndedir.[17] Bize göre Furkân sûresinin 15. âyeti bu düşünceye kaynaklık etmektedir. Zira âyette "O, çok esirgeyen Allah'ın kulları ki onlar, yeryüzünde vakar ve tevazu ile yürürler, kendilerini bilmez "cahiller" onlara sözlü saldırıda bulunduklarında "selam" deyip geçerler." buyurulmaktadır. Mısırlı İslâm araştırmacılarından olan Ahmed Emin de, "câhiliye" kavramı hususunda Goldziher'le aynı görüşü paylaşmaktadır. Zira ona göre de bu kavram "ilmin" zıddı olan "cehl" kelimesinin değil, ahmaklık, sertlik, kabalık ve aşırı derecede öfkeli olmanın karşıtı olan "hilm" kelimesinin zıddıdır. Nitekim Hz. Peygamber, ırkından dolayı birisini ayıplayan Ebû Zerr'e, "Sen, kendisinde "câhiliye" izi olan bir kişisin."[18] demiştir. Buradan da anlaşılıyor ki, "câhiliye" kelimesi hamiyet, kendini beğenme ve övünme gibi manalar taşımakta ve İslâm'dan önceki câhiliye toplumunu çağrıştırmaktadır.[19] "Câhiliye" kelimesinin türevlerinin, İslâm'dan önceki şiirde çokça kullanıldığı göze çarpar, mesela, Antara b. Şeddâd bir beytinde şöyle der: "Ey Malik'in kızı, bilmediklerini atlılara sorsaydın ya.”[20] Amr b. Kulsûm aynı kavramı kullanır: "Sakın kimse bize karşı zorbalık etmesin. O zaman her zorbadan daha zorba oluruz."[21] Görüldüğü gibi Kur'ân dilinde bu kelime; "sathî görüşlülük, basit hüküm" manalarında kullanılarak, "kişinin görülen eşya ve olayların arkasındaki ilâhî iradeyi anlayamaması, kâinat varlıklarını, Allah'ın âyetleri olarak görememesi demektir.[22] İslâm'dan önceki dönemde bu kelimenin dini bir manası yoktu. Cehl, insanın kişisel bir niteliği idi. Ancak çok belirgin bir nitelikti. İslâm'dan önceye ait bir şiirde mutlaka "hilm" ile beraber kullanılmıştı. Buna örnek olarak 'Amr b. Ahhar el-Bâhilî'nin şu sözü yeterli olabilir kanaatindeyiz: Cariyelerimizin servis yaptığı büyük kazanlar, bir kere cahil oldu mu (fokurdamağa başladı mı), bir daha halim olamaz, sükunet bulmaz."[23] Netice itibariyle câhiliye döneminde, yukarıda geçen manalarda kullanılan bu kelime, genelde kabalığın ve hoyratlığın hakim olduğu İslâm öncesi bir dönem için kullanılan bir alem (özel isim) haline gelmiştir denebilir. Ancak bu kavramı sadece bu dönemle sınırlandırmak doğru değildir. Zira o dönemde yaşayan kişiler, insanî değerlerden yoksun değillerdi. Çünkü onların da kendilerine göre görgü ve bilgi kuralları vardı. Hatta diyebiliriz ki onlar, günümüzde bir çok toplumun bile henüz ulaşamadığı, kerem, cesaret, zayıfa yardım, misafirperverlik ve benzeri özelliklere sahiptiler. Üstelik Arapların, özellikle de, çevre kültür zenginliklerinin sürekli naklolunduğu bir ticaret merkezi durumundaki Mekke ve civarında yaşayanların, bilimsel ve teknolojik bakımdan pek de çağların gerisinde oldukları söylenemez. Ancak Kur'ân yine de onların cahilî bir toplum olduklarını belirtmiştir. Çünkü Kur'ân, bu kelimeye yukarıda söylenenlerden başka anlamlar da yüklemiştir. Dolayısıyla câhiliye, her ne kadar bilgisizlik ve ilimsizlik olarak anlaşılmışsa da, esasında o, bir yaşantı, bir ideoloji, bir düşünce sistemi ve yüce hükümleri tanımama ve ona göre hareket etme konusundaki yetersiz­liktir.[24]


16.02.2009 tarihinden beri 3015 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 09:03