Dalâl/Dalâlet
Dalâl; boş, kayıp demektir. Dalâl ve dalâlet, doğru yoldan bilerek veya hataen sapmaktır. Hüdânın karşıtıdır. Türkçe'de sapmak, sapkın olmak, sapıklık şeklinde ifade edilir. Dalâl bazen gafletten, şaşkınlıktan doğar ve ekseri de şaşkınlık onu takib eder. Dalâl: Gaflet, hayret, gaybubat, helak mânâlarında da kullanılır. Kelimenin esas anlamı mahsus ve maddî yoldan sapmak demektir. So a maneviyat için de kullanılmaya başlanmıştır. "Dâllin" tam mânâsı ile sapkınlar demektir. Dalâl: Hüdânın zıddı, yolu kaybetmek veya hiç yol bulamayıp şaşkın kalmak anlamlarına gelir. Dalâl, rüşdün zıddı ki aklın istikametini veya doğru yolu kaybetmektir. "Dall", ise yitik yol, yol hususunda kararsız, yanlış yola giden sapık demektir. Kur'ân'da "dalle", türevleriyle 191 âyette geçer. Arapçada "dalle" kelimesi, yolunu kaybetmek, bilerek veya bilmeyerek doğru yoldan çıkmak ve insanın talep ettiği noktadan mahrum kalması, şaşmak, bocalamak, yok olmak, helak olmak, sapıklığa düşmek manalarını ifade eder.[4] Yani iyi ve güzel eylemler sergilemeyen insan, bunların sonucunda dalâlet gibi karanlık ve çıkmaz bir yola girer. Dalal, kelimenin if’al kipi olan 'idlâl' ise, başkasını saptırmak, gerçek yoldan alıkoymak, hakiki yolu kaybettirmek gibi anlamlara gelir. Bu kavram, Kur'ân'da kullanılan 'eğvâ', 'sadde' gibi kelimelerle de bir anlam bağı oluşturur. Aynı şekilde kelime yol, sebil terimleriyle de sıkı bir irtibat içine girerek son derece dikkat çeken bir semantik alan oluşturmaktadır.[5] Büyük müfessir el-Kurtubî "dalal" kavramını doğru yoldan sapmak olarak yorumlar. Ona göre Araplar, süt suda kaybolduğunda, "Dalle’l-lebenu fi’l-mâi" derler. Kurtubî konuyla ilgili şu beyti örnek verir: "Yolunu şaşıran kabilenin nereye gittiğini sormadın mı ki, onların oturdukları yerleri sana haber versinler."[6] Câhiliye şiirinde lügat manasıyla kullanılan bu kelime, Kur'ân'da, Allah'ın dininden uzaklaşan, yüz çeviren sapığa denmiştir. Mesela Yûnus suresi 10/108. âyette, "De ki, ey insanlar! Size Rabbinizden hak gelmiştir. Artık kim hidâyeti kabul ederse, o ancak kendi faidesi için hidâyeti kabul etmiştir. Kim de saparsa (dâlle) o da yalnız kendi zararına sapmış olur." buyrulmuştur. Kur'ân'da "dalalet", gayeye ulaştıran yoldan ayrılmak veya istenilen sonucu sağlamayan bir yola girmektir. Buradaki gayeden maksat, İslâm'ın insanlar için hedeflediği ebedi mutluluktur.[7] Kur'ân, kötü davranışların tümünü ve özellikle sözde ta ılara tapmayı genellikle dalâlet (sapıklık) olarak isimlendirir. Bu terim, saptırma olarak da tercüme edilebilir. Saptırma ve yanlış yol, ne kadar uzun gidilirse gidilsin ve güçlük çekilirse çekilsin yine de hiçbir yere açılmayan çıkmaz ve hatta sonuçta uçuruma kadar götürecek bir yoldur. Bu kelime böyle anlaşıldığı takdirde bu doğru bir çeviri olur. Bu da gösteriyor ki, dalâlet sonuç vermeyen, boş ve kısır bir kelimedir.[8] Dalâl, sekiz şekilde tefsir edilir: 1. Küfr "(İblis dedi ki): "Onları dalâlete düşüreceğim" (hidayetten saptıracağım da küfredecekler)." [9] "Andolsun ki o (İblis) içinizden birçok cibilletleri (halkı) dalâlete düşürdü (saptırıp küfretmelerine sebep oldu)."[10] "Andolsun ki onlardan önce, evvelkilerin ekserisi dalâlette idi (küfretmişti)." [11] 2. Bir şeyden -küfr olmaksızın- uzaklaştırmak, ayırmak "(Ey Nebi!/Onlardan bir taife, seni dalâlete düşürmeyi (haktan ayırmayı, uzaklaştırmayı) kurmuşlardı." [12] "(Ey Dâvûd!) Hevâya tâbi olma! O takdirde seni Allah'ın yolundan dalâlete düşürür (hevâ seni -küfür sözkonusu olmaksızın- hükümde Allah'ın taatinden ayırır/uzaklaştırır)." [13] 3. Hasar/ziyan "Kâfirlerin keydi, başka değil, dalâl (ziyan) içindedir." [14] "Şüphesiz ben o vakit apaçık bir dalâl (hüsran/ziyan) içindeyimdir." [15] "(Ya'kûb'un oğulları dediler ki): "Doğrusu babamız apaçık bir dalâl (Yûsuf’a beslediği sevgiden dolayı hüsran/ziyan) içindedir." [16] "Tallahi, sen cidden eski dalâlinde (Yûsuf’a beslediğin sevgiden dolayı hüsranda/ziyanda) berdevamsın." [17] "(Şehirdeki kadınlar, 'Azizin karısı için dediler ki): "Şüphesiz biz onu, apaçık bir dalâl (Yûsuf'a duyduğu sevgiden dolayı apaçık hüsran/ziyan) içinde görüyoruz." [18] 4. Şeqâ/bedbahtlık "Siz başka değil, büyük bir dalâl (sürüp giden bir bedbahtlık) içindesiniz." [19] "Bir dalâl (bedbahtlık) ve çılgınlık içinde..." [20] "Muhakkak ki mücrimler bir dalâl (bedbahtlık ve meşakkat) ve çılgınlık içindedirler." [21] "Hayır, âhirete îmân etmeyenler azâb ve uzak bir dalâl (sürüp giden bir bedbahtlık) içindedirler." [22] 5. İbtâl "Küfreden ve Allah'ın yolundan alıkoyanlar var ya, (Allah) onların amellerini dall (ibtal) eder." [23] "Allah yolunda katledilenler var ya, (Allah) onların amellerini dall (ibtal) etmez." [24] "Onlar ki, dünya hayatta sa'yları dall (ibtal) olmuştur."[25] 6. Hata (yanlışlık, isabetsizlik) "Onlar başka değil, hayvanlar gibi, hattâ sebilce (yolca) daha dalâlettedirler (tarîk/yol bakımından daha hatalıdırlar)." [26] Benzeri bir buyruk da A'râf sûresinde yer almaktadır.[27] "İlerde, azabı gördükleri vakit, sebîlce/yolca kimin dalâlette (tarîk/yol bakımından kimin hatalı) olduğunu) bileceklerdir." [28] "Kim Allah'a ve O'nun Rasûlü'ne isyan ederse, apaçık bir dalâlet ile dalâlete (tavîl, alabildiğine büyük bir hata ile hataya) düşmüş olur." [29] "Dalâlete (vârislere mirası paylaştırma hususunda hataya) düşmeyesiniz diye Allah size bildiriyor." [30] 7. Cehalet "(Mûsâ) dedi ki: "O vakit onu işledim ve ben dâllînden (onu işledim ve ben o vakit câhillerden) [31] idim." [32] 8. Nisyân/unutmak "O ikisinden (o iki kadından) biri dalâlete düşerse (şehadet edeceği hususu unutursa), diğeri hatırlatsın." [33]
16.02.2009 tarihinden beri 4569 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 08:49