İman-Mü’min
İmân[151] "el-İmân", lügatte "emn" ve "el-emanu" "eman" kökünden türemiş, if'al vezninde bîr kelimedir. Hemzesi, ta'diye (geçişli kılmak) ve bazan sayruret (olmak, hal değiştirmek) anlamında kullanılır. Geçişli olduğuna göre, güven vermek, emin kılmak demektir. Allah'ın isimlerinden olan mu'min de bu anlamdadır. Sayruret (olmak) manasına olduğuna göre de emin olmak demek olur. Aynı zamanda sağlam, güvenilir olmak, itimad etmek manasındadır. Buna dinimizde inanmak denir. Dil bilimde ise, mutlaka tasdik etmek anlamındadır. Çünkü tasdik eden, tasdik ettiğini yalanlamaktan emin kılmış veya kendisi yalandan emin olmuş olur. İman, bu manalarda "âmenuhu" (ona inandı) gibi bizzat geçişli olur. Bununla bereber, "âmene bihi" veya "âmene lehu" gibi "ba" veya "lam" harfleri ile de geçişli olur. "Ba" harfi ile geçişli olduğu zaman, itiraf manasını, "lam" harfi ile geçişli olduğunda da iz'an ve kabul anlamını içine alır. Bunun için "ellezîne yu'minûne bi'1-gaybi" "gaybi tasdik ve itiraf ederler" yahut, "tasdik ettiklerini huzurda da gıyaben de tasdik ve itiraf ederler" demek olur. Bir şeyi tasdik etmek, onu doğru olarak almak demektir. "Sıdk" ise ya kelime ya da söz/kelam ile ilgili olduğundan, imanın da müteallakına taalluku (ilgilendiğiyle ilişkisi) bu nisbette/ölçüde çeşitli şekillerde cereyan eder. Mesela Allah'a iman ile Allah'ın kitabına ve ahirete iman şekillerinde bazı farklar vardır. Bununla beraber tasdikin esas kaynağı doğru sözde, doğru sözün kaynağı ve hükmün doğruluğunda yani olaya uygunluğundadır. Zihin ve dış, başka bir deyişle kalp ve göz, işte doğruluk ve gerçeklik, bu karşılıklı iki taraf arasındaki doğruluk ve uygunluk ölçüsündedir. Olaya uygun olan ve uygun olabilen zihin ve kalp doğru, bunun zıddı doğru değildir. Şu halde iman ve tasdikin başlangıcı, bu doğruluk ve uygunluk ölçüsünü kabul ve itiriaf etmektir. Aynı olay insan ruhunda veya huzurunda/varlığında bizzat mevcut ise bu görülebilir, algılanabilir bir tasdiktir. Hissî veya aklî apaçıklığı tasdik etmek gibi. Tasdik, doğrudan doğruya bizzat kendisi tarafından değilse de, hazır olan bir delil veya bir gösterici aracılığı ile gerçekleşiyor ise bu gıyabı bir tasdiktir. Bu durumdaki o görünmeyen olay benzerleri ve zıtlarıyla, az çok kıyas edilebiliyor ve sınırlanabilıyorsa, delilin devamlığı ve yansımasındaki zaman süreci ölçüsünde, özetli veya etraflıca tasdik, resmî veya sınırlı bir bilgi belirli bir tasavvur ifade eder. Olay görünmeyen eşsiz ve zıtsız, benzersiz ve nazırsız ise, o görünmeyen tasdik, sınırlı bir bilgi değil, sınırsız bir mutlak inanma olur. Genellikle iman denince bu anlaşılır. Bu iman, ilmin hem başı hem gayesidir. Bundaki sağlıklı biliş ilme ait bilişten yüksek ve kuvvetlidir. Zira her tasavvura bağlı sınırlama delil olarak alınmayıp da, istenilen bizzat, doğrudan doğruya alındığında bu durum kesin bilgi önünde bir engel oluşturabilir ve bildiğinin ötesini inkar ederek cahil kalır. Fakat böyle bir sınırsız imana layık olan yalnızca Allah'tır. Allah'a iman bu şekilde görünenden görünmeyene sonsuz olarak uzanır gider. Genel olarak dilbilimde tasdik, ya sözlü veya fiilî olur. Sözlü tasdik de biri kalbe diğeri dile ait olmak üzere iki türlüdür. Bu anlamda tasdikin üç derecesi vardır: 1- Kalb ile tasdik, 2- Dil ile tasdik, 3- Fiil ile tasdiktir. Bu da kalb ile veya dil ile tasdikten birine veya her ikisine yakın olup olmadığına göre birkaç dereceye ayrılır. [152] Emn kökünden if’al ölçüsünde bir mastar olan bu kavram, bir kişiyi, söylediği konuda tasdik etmek, söylediklerini kabullenmek, gönül rahatlığıyla yani şek ve şüpheye düşmeden benimsemek, karşısındakine güven vermek, ona içten ve yürekten inanmak demektir.[153] İslâm ıstılahında ise kısaca "Allah'ı bilgi ve ilimle tasdik etme, kabul etme ve O'na inanma demektir."[154] Kalp ile tasdik, dil ile ikrar ve amelin hepsine birden iman denildiği gibi[155], tek tek bunların her birine de iman denmektedir.[156] İmân kelimesi "emn" kökünden gelir. Kelimenin asıl manası; "korku karşısında emniyet ve güven duymaktır." Bir diğer manası da "Bir şeye veya birisine inanıp güvenmektir."[157] Câhiliye döneminde bu kelime mutlak anlamda tasdik manasında kullanılmaktaydı.[158] Nitekim o dönem şairlerinden el-A'şâ bir şiirinde şöyle demektedir: "İtimada şayan şarap tüccarını, şarap fıçılarını gizlediği sahan, gümüş kadeh ve ibrikle kendisine şarap sunulurken gördüm.”[159] Kanaatimize göre Izutsu'nun şu görüşü, iman kavramına daha net bir açıklık getirmektedir. Nitekim ona göre iman; Arapça'da tasdik demektir. Fakat Allah, vahyinde onu öyle kullanmıştır ki, tüm itaat fiilleriyle, itaatten kaçış eylemlerinin adı olmuştur. Bu eylemler ister olumlu, ister olumsuz olsun, kişi onlarla Allah'ın cemalini arar. Yani iman; Allah'a hizmet amacıyla itaat fiillerini yerine getirmek ve itaatsizlik eylemlerinden kaçış demektir.[160] İşte câhiliyede sadece tasdik ve güven anlamında kullanılan bu kelime, Kur’an’la bu mananın yanında, bir de itaat fiilerini kapsamış, böylelikle dille tasdik etmenin yanında, Allah'ın gönderdiği bütün emir ve nehiyleri, kalple de doğrulamaya "iman" denmiştir. Bu da kelimenin İslâm'la kazandığı manadır denebilir.[161] İmân, dört manada tefsir edilir: 1. Tasdik sözkonusu olmaksızın lisân ile îmân ikrarı "O şundan: onlar îmân etmişler (onlar aleniyette lisânları ile ikrar etmişler), so a küfretmişlerdir (gizlide küfretmişlerdir; Nebi'yi (Allah'ın salâtı ve bereketi o'nun üzerine olsun) ve o'nun getirdiklerini tasdik etmemişlerdir) de bu yüzden kalblerine mühür vurulmuştur. Artık onlar anlamazlar." [162] "Ey îmân edenler (kalblerinin tasdiki olmaksızın lisânlarıyla ikrarda bulunanlar)! Mallarınız ve evlatlarınız sizi Allah'ın zikrinden alıkoymasın." [163] "İmân edenlerin (kalblerinin tasdiki olmaksızın lisânlarıyla ikrarda bulunanların) kalblerinin Allah'ın zikrine huşu duymalarının zamanı gelmedi mi?!" [164] "Ey îmân edenler (kalblerinin tasdiki olmaksızın lisânlarıyla ikrarda bulunanlar)! Allah'ın kendilerine gazâb ettiği bir kavmi velî edinmeyin!" [165] 2. Gizlide ve aleniyette/açıkta tasdik "İmân edenler (açıkta ve gizlide tasdik edenler) ve sâlih amel işleyenler var ya, işte bunlar halkın en hayırlılarıdır." [166] "Mü'min ve mü'mineleri (açıkta ve gizlide tasdik eden mü'min erkekleri ve mümin kadınları) altlarından ırmaklar akan cennetlere sokmak..." [167] 3. Tevhîd "Kim îmâna (tevhide) küfr ederse ameli boşa gider." [168] "İmâna (tevhide) çağırılıyordunuz da küfrediyordunuz." [169] "Kalbi îmân (tevhîd) ile mutmain olduğu halde zorlananlar müstesna..." [170] 4. Şirk içinde/şirk ile bir imân "Onların (Arab müşriklerinin) çoğu, şirk koşmaksızın Allah'a îmân etmezler." [171] Bu âyette, Arab müşrikleri ve onların îmân edişleri sözkonusu edilmektedir. "Andolsun ki, onlara, "Kendilerini kim yarattı" diye sorsan, "Allah" derler. " [172] "Andolsun ki, onlara, "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, "Allah" derler." [173] İşte onların îmânı böyledir; fakat onlar bu halleriyle Allah'a şirk koşmaktadırlar. Ehl-i Kitap da rasûllerin ve kitapların bazısına îmân ederler, bazısını da inkâr ederler. Allah boyleleri için, "İşte onlar, kâfirlerin ta kendileridir."[174] buyurmaktadır. Bu sebeble onların, rasûllerin ve kitapların bazılarına îmân etmelerinin kendilerine bir faydası olmaz. Çünkü hepsine îmân etmemişlerdir. [175]
16.02.2009 tarihinden beri 2958 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 09:00