2. Sonuç
Sonuç
Hiç şüphesiz Kur'an’ı Kerim, Araplar'ın konuştuğu dil olan arapça ile nazil olmuştur. Çalışmamız esnasında da görüldüğü ve anlaşıldığı üzere Kur'ân, Arap dilinin gelişmesine, canlanmasına ve yeniden bir dinamizm kazanmasına büyük katkıda bulunmuştur.
Bu itibarla onun bu dile yaptığı katkılardan bir kısmını şu şekilde özetlememiz mümkündür:
Kur'ân'ın geldiği dönemle, kendisinden önceki dönem arasında fazla bir zaman farkı bulunmamasına rağmen, aslı Arapça olan veya araplaşan kelimelere, Araplar'ın bilmediği ve hemen anlayamadığı bir kısım anlamlar kazandırmıştır. Dolayısyla Ku'ân'da ıstılah adı verdiğimiz kelimeleri dört ana guruba ayırabiliriz:
1- Câhiliyye döneminden farklı olarak, Kur'ân'la yeni anlam kazanan terimler:Şeri'a, Resul, Salât ve Sıyâm gibi.
2-İslâm'dan önce sınırlı bir anlamda kullanılırken, İslâm'ın gelmesinden sonra daha değişik bir kullanım alanına intikal eden ıstılahlar: Fısk, Nifak, Kâfir ve Müşrik ve benzeri ıstılahlar.
3- Mecâz yoluyla anlam değişikliğine uğrayan kavram ve ıstılahlar: Mağfiret, Tesbih, Cennet ve Cehennem gibi.
4- Cahilyye döneminde kullanılan anlama uygun olarak Kur'ân'da yer alan terim ve kelimeler: Bunları da Rabb, Hac ve Melek gibi kavramlar olarak sırlayabiliriz.[1]
Bir metnin ikinci bir dile çevrilmesinin tam anlamıyla mümkün olmadığı bilinen bir gerçektir. Hele bu metin mecazi ifadelerle bezenmiş Allah kelamı ise iş daha da zorlaşır. Ancak işin zor olması çeviri yapmamayı gerektirmez. Bundan dolayıdır ki yüzyıllardan beri değişik kitaplar farklı dillere sürekli tercüme edilmekte ve bu tercümeler sayesinde yeni oluşumlar, gelişmeler, atılımlar, ilerlemeler söz konusu olmaktadır.
Bütün insanlara gönderilmiş bir kitap olan Kur'an'ın da bütün dillere tercüme edilmesi zorunludur. Çünkü Kur'an insanlara anlaşılmak için gönderilmiştir. Eğer insanların Kur'an'ı anlamak için çevirisinden faydalanmak dışında başka bir imkanı/şansı yoksa bu durumda tercüme işi hem elzem olur hem de aciliyyet kesbeder. Çünkü insanların tümünün Kur'an'ı anlamak için Arapça öğrenmeleri söz konusu olamaz. Ancak Kur'an'ın tercümesinin gerekliliği kadar, belki de daha fazla üzerinde durulması gereken nokta, tercüme işini deruhte edecek şahısların yapılan işin sorumluluğunu idrak etmeleridir. Deyimlerle ilgili olarak Türkçe Kur'an çevirileri üzerinde yaptığımız çalışmada konumuzla ilgili çevirilerde sorumluluğu idrak hususunun çoğu kez ihmal edildiğini gördüğümüzü belirtmeliyiz. Bu tavrın nelere mal olduğu da çalışmamızın tümü bir bütün olarak göz önünde bulundurulduğunda görülecektir.
Kanaatimizce hem kendi konumuzla hem de diğer konularla ilgili çeviri hatalarının giderilmesi için bazı şartların yerine getirilmesi zorunludur, özellikle tercüme yapacak şahsın, Allah'ın kelamını tercüme ettiğini ve bunun ne kadar ağır bir sorumluluk olduğunu bilmesi gerekir ki kendisinin hem ilmen hem de manen bu iş için yetkin olup olmadığı hususunda fikir sahibi olabilsin. Bizce çeviri işinde ihmal edilmeyecek hususların önemlilerinden biri de bu işin tefsirler eşliğinde yapılmasıdır. Yani Kur'an'ı tercüme edecek zat söz konusu süreçte sürekli faydalanabileceği temel tefsir kitaplarını yanıbaşından ayırmamalıdır. Bu tefsirlerin özellikle edebi tefsirler olması gereklidir. Bu meyanda, Zemahşeri'nin Keşşaf’ı, Kur'an çevirmeninin müstağni kalamayacağı bir klasiktir. Tefsirler eşliğinde yapılacak tercümelerde parantez ve dipnot açıklamalarına yer verilecek olması mütercimi, bunun, kendisi için bir handikap olduğu fikrine sevk etmemelidir. Zira önemli olan kapalı ifadelerin anlaşılabilecek seviyede açıklanmasıdır. Bu açıdan Çantay ve özellikle Esed'in meallerinin ne kadar başarılı oldukları ortadadır. Oysa son dönem mütercimleri, çevirinin daha kolay, akıcı ve anlaşılır olacağı gerekçesiyle mümkün mertebe parantez ve dipnot kullanmaktan kaçınmaktadırlar. Bu niyet ve çaba özünde güzel olmakla beraber sonuç itibariyle mütercimi bazı hatalara, okuyucuyu ise yanlış anlamalara sürüklediği için hedefe ulaşmamaktadır. Tercüme yapılırken bir kelimenin tam karşılığını vermek elbette ki en doğrusudur ama Kur'an Arapçası ile Türkçe arasındaki dil farklılıkları, mütercimlerin her iki dile de olması gerektiği şekilde hakim olmamaları gerçekleştirilmek istenen doğru ile aramızdaki mesafeyi kısaltmamaktadır.
Kaldı ki mütercim, her iki dile de bihakkın vakıf olsa bile Kur'an'ın kelimesi kelimesine tercümesi mümkün değildir. Zira bu, diller arasındaki ilişkilerin, farklılıkların doğasına aykırıdır.
Parantez kullanmanın metni okumayı zorlaştırdığı ortadadır. Bu durumda mütercim, mecazi ifadeleri ya paranteze ihtiyaç duyurmayacak belagatte ifade edecek -ki deyimsel ifadeler için en doğru yol budur - ya da dipnot kullanmaktan kesinlikle kaçınmayacaktır.
Sonuç olarak, Türkiye'de Kur'an'ın anlaşılması konusunda gerçekten büyük bir fonksiyona sahip olduğunu kabul ettiğimiz mütercimlere müteşekkir olduğumuzu ifade ederken mütercimlerimizin çevirilerini, özellikle ilk dönem tefsir ve lügat kitapları eşliğinde, yeniden gözden geçirmeleri zaruretine işaret etmeyi bir görev bildiğimizi belirtmek istiyoruz.[2]
[1] Yrd. Doç. Dr. Ahmet Çelik, Kur’an Semantiği Üzerine, Ekev Yayınevi: 167-168.
[2] Abdulcelil Bilgin, Kur'an'da Deyimler ve Kur'an'ın Anlaşılmasındaki Rolü, Pınar Yayınları, İstanbul, 2003: 207-209.
16.02.2009 tarihinden beri 4018 defa okundu. Son takip: 09.10.2024 - 02:34