Âyet
Âyet, alâmet ve delil demektir. Çünkü âyet, Allah'ın varlığını göstermektedir. Ebu'l-Atâhiyye şöyle der: Hayret, ilâha nasıl isyan edilir? Veya inkarcı onu nasıl inkâr eder? Halbuki her hareket ettiriliş ve durduruluşta ebedî olarak onun şahidi vardır. Her şeyde onun birliğini gösteren bir delil vardır. Âyet, lügatte açık alamet demektir. Duyularla ve akıl yürütme yolu ile bilinen şeyler için de kullanılır. Türkçe'de "bellik", Farsça'da "nişane" denilen işaretlere ve açıkça görünen şeylere denir. Öyle ki kendiliğinden ayırt edilemeyen bir nesri anlayışlı bir kimse o sayede ayırt eder. Görünen şey anlaşılınca görünmeyen şeyi de onunla anlar. Bunlar hükümde eşittirler. Bir yol arayan kimse eğer o yolun işaretlerini bilirse; onları gördüğü vakit yolu bulduğunu bilir. Şu halde alamet zaten zahir ve açık demek olunca, ayet onun daha zahiri, daha açığı demek olur. Mesela bir dağ alamet, işaret ise zirvesi bir ayet olur. Güneş, bir gündüz ayeti, ay ise bir gece ayetidir. Cami bir alamet ise minare onun bir ayetidir. Görüntüsünden dolayı yüksek bir binaya da ayet denilir. Nitekim "Siz her tepeye bir bina kurup onunla eğlenir misiniz?" [279] buyurulmuştur. Dilimizde de "koca bir alamet yapmış" tabiri bunu andırır. Her şey alametiyle tanınır, her hakikat ayetiyle bilinir. Onun için insanların ilimdeki kabiliyyet ve mertebelerine göre kendisinde yapılacak tefekkür ve teemmül nisbetinde birbirinden farklı bilgi ve belgelerin hepsine de ayet denîr. Mesela; "Her şeyde bir olduğuna delalet eden bir işaret vardır." beytinde ayet/işaret ifadesi bu anlamdadır. Aynı şekilde "Bunda aklını kullanan toplumlar için işaretler/deliller var." [280] ayeti ve benzer ayetlerdeki kullanımlarında ayet kelimeleri bu anlamdadır. Demek ki ayet haddizatında zahir bir alâmet ise de, onun bir ayet ve alamet olması kabiliyet veya tefekkür ve sorgulaması eksik olan kimselere gizli kalabilir. Mesela bir devletin bayrağı onun bir alamet ve ayetidir. Bir kimse o bayrağın hangi devlete ait olduğunu bilmezse yahut dikkat etmemiş ise onun bir alâmet olmasına halel gelmez. "Ayet" kelimesinin manasında açık ve görünür olma anlamı olmakla birlikte, bu görünür olmanın derecelerine göre ayet bazen "beyyin" olmakla tavsif edilerek "âyâtün beyyinâtün" (apaçık ayetler) denilir. "Beyyin" ışık gibi kendisi açık ve diğerini de mübeyyin kılan (açıklayan) manalar ifade ettiğine göre, bunun iki yönü vardır, Birisi, kendisi ve delaleti güneş gibi nazardan kaçmayacak kadar açık ve parlak bir beyyine olmasıdır. Mucizelere ayet veya beyine denilmesi bundandır. İkincisi kendisi apaçık olmakla beraber delâletini yalnız aklen değil, lisanen de ifade etmesi özelliğidir ki, bu her mucizede olmaz. İşte peygamberlerin kendileri, böyle birer ayet-i beyyine oldukları gibi, Kur'ân mucizesi de böyle bîr "âyât-i beyyinât'tır. Kur'ân'da "ayet" kelimesi, yerine göre bu manalardan her birinde kullanılmıştır. Bunların hepsi lügatte, alameti zahire mefhumunun yani açık olan ayetlerin dereceleridir. Bununla beraber Kur'ân'ın, harflerinden bir fasıla ile ayrılmış bölümlerinden her birine de ayet denilir ki, bunlar Kur'ân'ın nazmında bir bütün meydana getirirler. Yani her biri birer Kur'ân olan ayetlerdir. İşte ayet kelimesinin şeriat örfündeki manası budur. Dilimizde de en fazla bilinen manası budur. Ayetlerin çoğunluğu bir veya birkaç cümleden oluşmuş, bağımsız bir kelamdır. İçlerinde cümle oluşturmayan tek veya birleşik, özel birer sıfat gibi olanlar da vardır. Mesela Fatiha'daki "er-rahmanir-rahîm" böyle bir ayettir. Bu bir cümle değil iki özel sıfattır. Bu suretle ayetlerin kısası, ortası, uzunu ve her birinin kendine göre çeşitli dereceleri vardır. Fasıla harfleri de daima düzenli değildir. Bazen özel, bazen özel olmayan, alenen görülmeyen farklarla birbirinden ayrılırlar. Bu gibi sebeplerden dolayı tertibi de, tevfikî (Allah'tan)dır. Yani şiirin mısraı, secinin fıkrası gibi, yalnız dirayet (bilgi ve kavrayış) ile tayin olunmazlar, rivayete bağlı olurlar. Mesela "Ha, mim, ayn, sin, kaf"[281] ayetlerinin iki ayet olduğu yalnızca dirayet ile bilinmez. Daha so a Kur'ân'ın ahkâm-ı ilahiyeden bir hüküm ifade eden her kısmına da ayet denilmektedir. Mesela "kadınlara tesettür hakkında ayet vardır" denilir. Bu anlamda ayet, bazen bir ayet, bir ayette bir cümle, bir cümlede bîr bölüm/kayıd olabileceği gibi, bazen de birkaç ayet, bir kıssa, bir sûre bile olabilir. Bu ayet, şu sebeple nazil oldu denildiği zaman, ayet bunun gibi kullanımlarda genellikle birkaç ayete şamil olur. "Âyât" kelimesi kesin deliller, karşısında ciddi hiçbir söz söylenemeyen apaçık mucize demektir. Kur'ân ayetlerine, ayet denmesi de bu mana ile ilgilidir. Allahu Teâlâ'nın iki çeşit ayeti vardır; icad ve yaratılış kitabındaki fiilî ayetler, Kur'ân'daki ayetler. Bunların ikisi de Allah'ın zâtına, sıfatlarına, hüküm ve iradelerine delalet ettiği için ayet ismini ahr. [282] Kur'ân termonolijisinin en önemli kavramlarından olan "âyet”in çoğulu “ây” veya "âyat”dır. Bu kelime, "açık alamet, işaret, iz, belirti, öğüt ve nişane" anlamında kullanılmaktadır. Öte yandan bir şeyin tanınmasına sebep olan "emare" manasına da gelmektedir. Her gerçek, âyetleriyle, alametleriyle bilinir. Bu bakımdan âyet, duyu organlarının düşünce ve akledilenlerin dışa vurmuş biçimlerini içine alır.[283] Dolayısıyla Kur'ân perspektifinden âyete baktığımızda âyetlerin, insanı, Allah'ın varlığına ve birliğine kılavuzlayan, ona, Allah'a gidişinde iz ve işaretler veren her şey olduğu söyelenebileceği gibi, peygamberlerin hak olduğunu isbat ve iddia mahiyetinde olan mucizelere de âyet adı verilir.[284] "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde, aklıselim sahipleri için gerçekten açık ibretler (ayetler) vardır."[285] Âyetin Kur'ân'daki anlamlan kısaca şöyle özetlenebilir: 1- Mucize: "İsrail oğullarına sor. Onlara nice apaçık âyetler verdik."[286] 2- Alamet: "Onun hükümdarlığının alameti, size sandığın gelmesidir."[287] 3- İbret: "Elbette bunda bir âyet (ibret) vardır. Fakat yine de ekserisi inanmaz."[288] 4- Hayrete bırakan görülmemiş iş: "Meryem'in oğlunu da annesini de âyet kıldık."[289] 5- Delil: "Gökleri ve yeri yaratması, dillerinizin ve renklerinizin değişik olması da O'nun âyetlerindendir."[290] Evren âyetlerle doludur. Güneş ve yıldızlar semanın direksiz oluşu, denizin insanların emrine sunulması, üzerinde gemilerin yürütülmesi, kuşların havada uçması, yerlerin yağmur yağınca canlanması, Allah'ın insanlara kendisini tanıtması açısından Kur'ân'da sunmuş olduğu âyetlerdendir, denebilir. Câhiliye şairlerinden Tarafa b. el-'Abd bir şiirinde bu kelimeyi kullanarak şöyle der: "(Rüzgar ve yağmur) zamanla evlerin görünüşlerini değiştirdiler. Gerçekten zamanın olaylarına karşı bir garanti yoktur.”[291] Görüldüğü gibi burada âyet, alamet ve nişane anlamında kullanılmıştır. Istılah olarak âyet; Kur'ân'ın her hangi bir sûresinde, başı ve sonu bulunan, bir veya daha fazla cümleden mürekkeb olan bölümdür.[292] Görüldüğü gibi İslâm'dan önceki dönemde, Arap dilini meydana getiren bedevi lisanında bu kelime ıstılahî anlamda kullanılmamıştır.[293] Âyet, iki şekilde tefsir edilir: 1. İbret "Biz Meryem'in oğlunu ve o'nun anasını bir âyet (ibret) kıldık." [294] "Neticede o'nu ve gemi arkadaşlarını necata çıkardık ve onu âlemler için bir âyet (ibret) kıldık." [295] "Andolsun ki onu bir âyet olarak bıraktık. O halde var mı ders alan'?"[296] "Şüphe yok ki şunda, îmân eden/edecek bir kavm için âyetler (ibretler) vardır." [297] 2. 'Alâmet "Onlar için bir âyet (‘alâmet) de, zürriyetlerini o dolu gemide taşimamızdır." [298] "Sizi topraktan yaratması, so a da beşer olup yayılmanız O'nun âyetlerindendir (Rabbin bir ve tek olduğunun alâmetlerindendir)." [299] "Göğün ve yerin O'nun emri (işi/fiili) ile durması da O'nun âyetlerindendir (Rabbin bir ve tek olduğunun alâmetlerindendir. Öyleyse, fiillerinden/sanatından hareketle O'nun vahdaniyyetini tanıyıp bilin)." [300] "Sizin için nefislerinizden eşler halketmesi de O'nun âyetlerindendir (Rabbin bir ve tek olduğunun alâmetlerindendir. -Öyleyse sanatından/fiillerinden hareketle O'nun vahdaniyyetini tanıyıp bilin)." [301]
16.02.2009 tarihinden beri 6966 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 04:10