Salat

Salât[60] kelimesinin Arapça'da iki mehazı (kaynağı) vardır. Salât kelimesinin anlamlarından birisi genel anlamda dua manası­na gelmesidir. Peygamber'e salât-u selam getirildiğinde özellikle bu anlamı kastedilmiş olur. Salât kelimesinin diğer bir anlamı ise, "salv" kökünün sahip olduğu ha­reket ve tahrik manasıdır. Salât, "Salv" maddesinden gelen "salla" fiilinin masdarıdır. "Tahriki salveyn" (iki uyluğu hareket ettir­mek) demek olur. Araplar bu an­lamda "salla" dedikleri zaman "hareke salveyhi" demiş olurlar. Yani "iki uyluğunu salladı" manasını anlarlar. Aynı şekilde "darabe el-fersu saleveyhi bi zenbihi"; "at veya kısrak kuyruğu ile iki uyluğuna vurdu", denilir. "Salveyn" uyluk­ların başındaki iki tümsek kemik­tir." Salla"nın bu tahrik manası "kefere'1-yahudiyye" tabirine ben­zemektedir. Yahudiler birbirine selam ve saygı sırasında başlarını eğerek, kıçını oynatıp, kasığına doğru azıcık bükerlermiş. Bu tarz sallamaya Arapça'da "kafireteyni" yani, tahrik manasına "tekfir" denirmiş. Bu nedenle "keffera’l-yahudiyyu"; Yahudi kâfirlerini/uyluklarını oynatıp bükerek referans yaptı, demek olur. "Kâfire" kıçta­ki kaba ve tıknaz iki etin ismidir. "Kâfireteyn" tesniye (ikili)dir. Bu surette "keffera", tahriki (iki kaba eti sallama) manasına, "salla" da, rüku ve sücudda yapıldığı gibi, bizim "belini eğmek" dediğimiz, "tahriki salveyn" (iki uyluğu sal­lama) anlamında kullanılırmış. Demek ki, Araplar hem Yahu­dilerin yaptığı referanslı, baş kıç selamlarını tanırlarmış, hem de yerlere eğilerek kandilli temenna usullerini. İşte, lügat açısından, (biri kalb ve lisan işi olan dua, diğeri de bir vücud hareketi olan fiili) iki anlama gelen "salat" kelimesi, şer'an Peygamberimizden görülegeldiği gibi, kalbî, lisanî, bedenî ve özel esaslardan oluşmuş, gayet intizamlı kâmil bir ibadetin ismi olmuştur. Öyle ki; necasetten ta­haret, hadasetten taharet, setr-i avret, vakit, niyet, kıbleye yönel­me adıyla altısı dışında başlayan şart; iftitah tekbiri (başlama tekbi­ri), kıyam, kıraat, rüku, sücud, şehadet getirerek kade-i son oturuş adıyla içinde yapılan altı da rü­kün olmak üzere on iki farzı vardır. Ayrıca, Fatiha zammı sûre, tadil-i erkân, ilk oturuş ve diğerleri gibi birtakım vacipleri vardır. Ay­rıca, sünnetleri, müstehapları, edepleri, mekruhları, müfsidatı ve sünnet-i müekkede ve gayr-i müekkede olmak üzere çeşitleri vardır. Kur'ân'da "salât"tan murad olan farz olanlarıdır. Salât kelime­sinin "lâm"ı ince de okunur, kalın da. Kalın okunduğunda "vav" ile yazılır. Verş kıraatında da kalın okunur. [61] Özel bir ibadet şekli olan bu kavramın aslı duadır. Ancak bu kelimenin hangi asıldan türediği konusunda tam bir görüş birliği sağlanamamıştır. Onun bu şekilde isimlendi­rilmesi, bir şeyin ihtiva ettiği şeyle anılışı cinsindendir.[62] Kur'ân'da en çok zikredilen terimlerden olan bu kelime hakkında bilginler çeşitli yorumlar yapmışlardır: 1- Râğibu'l-İsfahânî'nin naklettiğine göre bazı bilgin­ler; "salât" kelimesinin; "ateşe attı, kızarttı" anlamındaki "sallâ" fıil kökünden türediğini belirtmişler ve "salât" kavramına şöyle bir yorum getirmişlerdir: "ateşe ısındı"; "koyunu kızarttım"; "musalla", "kızartılan yer" anlamına gelmektedir. İşte buradan hareketle onlar, "salât"ın bu kelimeden türediğini ve nasıl hasta olmak anlamındaki "fiili", tef’il babına aktarıldığında, hastalığı gidermek" anlamına geliyorsa; "şaliye" fiili de, "salla" olunca, Allah'ın emrettiği bir ibadet türüyle ateşi gidermek manasına gelir[63] demişlerdir. Ancak bazı alimler, "salât" kavramının (Saly) fiil kökünden değil, (Salv) kökünden türediğini ileri sürerek böyle bir yaklaşımın yanlış olduğunu[64] ileri sürmüşlerdir. Kanaatimizce konuyla alakalı Kur'ân ayetleri[65] incelendiğinde ikinci görü­şün daha isabetli olduğu ortaya çıkmaktadır. 2- Kurtubî ise "salv" ile "salât" arasında şöyle bir ilgi kurmaya çalışır: "Salv", belin ortasında bir damar olup, kuyruk sokumundan ayrılır ve beli korur. Bundan dolayı "musalli" kelimesi at yarışlarında da kullanılmıştır. Zira yarış atları bir sırada durduğu zaman, bir atın başı diğer bir atın kuyruk hizasına gelir. Yarış atları hadisesinde olduğu gibi, "salât" ya imandan so a ikinci planda geldiğinden bu manada kullanıl­mıştır veya rükûya giden kişinin uyluk başlarındaki iki tümsek kemiği açmasından dolayı bu manada kullanılmıştır. Böyle­likle "musalli", önündekinin hemen arkasında durduğundan, yani saflarda namaz kılanlar birbirlerinin arkalarında durduklarından bu ismi almışlardır.[66] 3- Kurtubî'nin zikrettiği diğer bir görüşe göre ise "salât", "bağlı kalmak, bitişik olmak" anlamından alınmıştır. Mesela, birisi yaptıklarından dolayı, Cehenneme gitmesi gerektiğinde ona, "ateşe yapıştı" denilir. Bu anlama göre mana; Allah'ın çizmiş olduğu sınırlar doğrultusunda, ibadete sarılma, yapışma demektir.[67] Yine Kurtubî'nin zikrettiği başka bir görüşe göre de "salât", bir şeyi ateşe tutarak yumuşatma ve şekil verme anla­mından alınmıştır. Nitekim Araplar, eğik olan değeneği ateşe tutup doğrulttukları zaman "değeneği ateşe tutup düzelttim" derler. Buna göre "musalli", "kendi nefsini zorluklara atarak, ibadetle onu düzelten" demektir.[68] Kur'ân'ın Ankebût: 29/45 nolu âyeti bu noktaya ışık tutacak mahiyettedir. Nitekim, "Şüphesiz namaz, hayasızlıktan kötü­lükten alıkoyar." buyrulur. Buraya kadar söylediklerimiz, "salât" kelimesinin, İslâmî döneme ait yorumlarıydı. Şimdi câhiliye döneminde kullanılan manalarını sunmaya çalışalım. O dönemde "salât", dua ve istek manasında kullanılmıştır. Nitekim bu bağlamda el-A'şâ şöyle der: "Şarapçı, onu küpü içinde rüzgâra karşı koydu, so a küpüne iyilikler diledi ve ta ıdan yardım istedi."[69] Görül­düğü gibi burada "salât" dua manasında kullanılmıştır. Câhiliye şairlerinden Antara şöyle der: "O, yer yüzünde önder olduğu halde, yer yüzünün bütün kralları dünyanın her tarafından yüzlerini ona çevirirler."[70] Izutsu, bu beyitte geçen "salât" kelimesini yorum­larken şunları söyler: Câhiliye döneminde bilinen bu maddi anlamdaki "salât", İslâm'ın getirdiği "salât”dan başkadır. Fakat şekil ve yapı aynıdır. Aradaki tek fark şudur: Orada kıble, Mukaddes Mekke yerine, İran imparatoru'dur ve Allah'a tapma yerine, krala tapma vardı.[71] Netice olarak diyebiliriz ki, "salât" kelimesi câhiliye döneminde "dua" manasında kullanılmıştır. İslâmî dönemde ise bu anlamın yanında günde beş vakit olarak kılınan ve belirli harketleri ihtiva eden bir ibadet türü olmuştur. Câhiliye döneminde ise bunun bilinmediğini söyleyebilriz.[72]


16.02.2009 tarihinden beri 17140 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 10:07