Vekûd
Vekûd, ateşte yakılan odundur. Kurtubî şöyle der: Vekûd isim olup odun, Vukûd ise, mastar olup yanmak manasınadır.[46] Ve kulle İnsanin elzemnahuTairehu fi unukıhi:[47] ... O, (kulun) amelidir, hayırsa hayır, şerse şer [48] Zemahşeri Neml suresinin 47. ayetindeki yorumuna dikkat çektiği için biz de oraya müracaat ediyoruz. Adam yolculuğa çıkarken yanına bir kuş alır ve (daha so a da) onu serbest bırakırdı. Eğer (kuş) sağa yönelirse bunu hayra; sola yönelirse şerre - kötülüğe yorardı. İnsanların hayır ve şerri kuşa izafe etmeye başlamasıyla her ikisinin de (hayır ve şerr) sebebi olan Allah'ın kader/takdir ve kısmet/nasibi ya da rahmet ve gazaba neden olan kulun eylemleri için (zamanla kuş) istiareli bir kullanım kazanmıştır. Bu bağlamda (kuş) senin kuşun değil, Allah'ın kuşudur, dediler. Yani hayır ve şerrin kendisine atfedildiği Allah'ın egemen kaderidir bu. Yoksa senin kendisiyle iyimserlik ve kötümserlik (yorumları) yaptığın kuş değil. (Sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık) dediklerinde kuraklıkla yüzyüzeydiler. "Sizin uğursuzluğunuz Allah katındadır". Yani size hayır ve şerrin gelmesine sebep (olan şey) Allah katındadır ki o, Allah'ın kader ve kısmetidir. Dilerse sizi rızıklandırır, dilerse yoksun bırakır. Şu da murad edilmiş olabilir: Amelleriniz Allah katında yazılıdır. Size indirilenler ceza ve fitne olarak indirilmiştir. Allah'ın Yasin: 36/19 ve İsra: 17/13'teki sözleri de bu türdendir. [49] ... İbn-i Abbas "hayr ve şerr (insanın boynunda) yazılıdır ve ondan ayrılmaz", demiştir. Katade "saadet ve şekavet" demiştir. Muhammed b. Fadl Muhammed b. Ca'fer'den, o İbrahim b. Yusuf tan, o Yezid b. Rebi'den o da Yunus'tan, Hasan'ın (ve kulle İnsanin elzemnahu tairehu fi unukıhi) ayetiyle ilgili şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Tairuhu" amelidir. İyi veya kötü ona yönlendirilir. Hakem, Mücahid'den şöyle dediğini rivayet etmiş: Dünyaya gelen hiç kimse yoktur ki, içinde iyi veya kötü olacağı yazılı olan bir sayfa boynunda asılı olmasın... Dahhak (Tairuhu fi unukıhi); şekavet, saadet, ecel ve rızıktır; demiştir. [50] ... Bu, boyundaki gerdanlık gibi bir zorunluluk/gereklilik mesabesinde olan amelidir. "Tairuhu" kıyamet gününde kendisine doğru kanatlanacak olan "kitab"ıdır da denilmiştir, ancak "kitab" (hemen) akabinde zikredilmiştir. Şüphesiz güzel olan birinci görüştür -ki üstelik bu (birinci görüş) Arab'ın kelamında mevcuttur. [51] Tâir, tam sözcük karşılığı "kuş" ya da daha uygun bir ifadeyle "uçan şey/uçan yaratık"tır. İslam'dan önceki dönemlerde Araplar çoğu zaman kuşların uçuş tarzlarına, uçuş yönlerine bakarak, olacak olan hakkında iyi ya da kötü anlamlar çıkarmaya, kısacası gelecek hakkında öngörüler, ön-yorumlar üretmeye çalıştıklarından tâir terimi zamanla deyimsel olarak "talih", yahut iyi ya da kötü, ikisini de kapsamak üzere "kader" anlamında kullanılır olmuştur.[52] Bununla birlikte, unutulmamalıdır ki, Kur'ani "kader" kavramı, insan hayatına ilişkin harici şartların ve olayların gidişinden çok, kişinin manevi/ahlaki tercihlerinin bir sonucu olarak bu hayatın izlediği yönü işaret eder, bir başka deyişle insanın manevi - ruhani yazgısını ifade eder ki bu da Kur'an'da sıkça belirtildiği gibi - kişinin eğilimlerine, (ahlaken kötü olana karşı direnerek ya da tersine, iyi olana karşı bile - isteğe ilgisiz kalarak) bilinçli tercihleriyle ortaya koyduğu tutum ve davranışlarına bağlıdır. Dolayısıyla, insanın manevi - ruhani yazgısı (ya da kaderi) kendisine bağlıdır; kişiliğin genel gidişiyle ayrılmaz biçimde bağlantılıdır ve insanı hayatta yapıp ettiklerinden sorumlu tutan Allah olduğu için de, kendisinden "Biz her insanın kaderini kendi boynuna dolamışızdır" diye söz etmektedir. [53] "Tairuhu fi unukıhi". Burada latif bir istiare vardır. Kuş manasına gelen tâir kelimesi, insanın ameli için müstear olarak kullanılmıştır. Araplar, kuşun uçuşundan uğurluluk veya uğursuzluk umdukları için, hayrın ve şerrin kendisine, istiare yoluyla "kuş" ismini verdiler. [54] Daha fazla bilgi için İsfahani'nin Müfredat’ına, Zemahşeri'nin Esasü'l-Belağa'sına, Firuzabadi'nin Kamus'una, İbn-i Manzur'un Lisanü'l-Arab'ına ve İbnü'l-Mülekkin'in Garibü'l-Kur'an'ına bakılabilir. Müfessir ve dilbilimcilerin "tâir" kelimesini daha çok "amel/fiil, kader, kısmet, nasip" vb. şeklinde anladıkları ortadadır. "Tâir" kelimesinin yer aldığı ayetlerden özellikle "İsra: 17/13"ün Türkçe'ye tercümesinde aksaklıklar gördüğümüz için bunu ele alacağız. Elmalı: Her insanın da kuşunu boynunda kendine takmışızdır. Her insanın da baht u kaderini, ğayb aleminden uçup gelecek olan hayır ve şer nasibini kendi zimmetine ilzam eyledik/sorumluluğu kendi taleb ve ameline tahsis ettik veya vebalini kendi nefsine bağladık." Çantay: Herkesin (dünyadaki) amel(ve hareket)ini kendi boynuna doladık. Çantay "doğru tercümesini" dipnotlarla geniş geniş desteklemiştir ki biz, yaptığımız alıntıların yeterli olacağını umduğumuz için bu notları tekrar buraya almayı gerekli görmüyoruz. D.İ.B.: Her insanın boynuna işlediklerini dolarız. Bilmen: Ve her insanın amelini boynuna dolayıverdik ... Yavuz :Herkesin amelini kendi boynuna taktık (ondan ayrılmaz). Davudoğlu: Her insanın kuşunu (amelini) boynuna astık. Ateş: Her insanın (amel) kuşunu boynuna doladık. Bulaç: Biz, her insanın kuşunu (işlediklerini, yaptıklarını) kendi boynuna doladık. Her insana yaptıklarının mutlaka karşılığının verileceğini, amellerinin sonuçlarından asla kurtulmasının mümkün olmadığını belirten güzel bir benzetme. T.D.V : Her insanın amelini (veya kaderini) boynuna bağladık. Y. Öztürk: Her insanın uğursuzluk kuşunu onun boynuna takmışızdır. Atay: Her insanın boynuna işlediğini astık. A. Öztürk: Biz her insanın amel defterini boynuna astık. Koçyiğit: Her insanın boynuna kendi amelini doladık. Hizmetli: Her insanın amelini boynuna dolarız. Varol: Her insanın kuşunu (amelini, uğurunu) kendi boynuna doladık. Piriş: Her insanın boynuna amelini dolarız. Mütercimlerimizin önemli bir kısmının ayetteki espriyi anladıklarını ve tercümelerini anlaşılır kıldıklarını belirtmeliyiz. Ancak bir kısmının tercümeleri ise zihinlerde soru işaretleri bırakmaktadır. Mesela Y. Öztürk'ün "uğursuzluk kuşu" ne anlama gelmektedir. Naklettiğimiz metinler dikkatle incelendiğinde görülecektir ki Arapların geleceklerinin tayini için uçurdukları kuşlar bildik kuşlardır. Uğurluluk veya uğursuzluğun, kuşların niteliğiyle herhangi bir alâkası söz konusu değildir. Bilakis uğurluluk veya uğursuzluk, kuşların uçuş yönlerinin tayin ettiği bir sonuçtur. Bir de şu sorulabilir: Neden "uğur kuşu" değil de "uğursuzluk kuşu"...? Yani bu durumda Y. Öztürk, Kuşların sadece sola uçabileceklerini düşünüyor olacak ki "uğursuzluk kuşu" diyor. Oysa kuşların her iki yöne de uçması muhtemeldir, "Tâir" kelimesini "(amel) kuşu", "kuşunu (amelini)" şeklinde tercüme etmek de doğru değildir. Bu tür tercümeler, "Tâir" kelimesinin klasik Arap kültüründeki anlamının araştırılmamasmdan kaynaklanıyor. Böyle bir araştırma yapılsaydı bu ayette geçen "Tâir" kelimesinin kesinlikle kuş anlamına gelmediği görülecek, bu minval üzere daha doğru ve anlaşılır tercümeler okuyucunun istifadesine arz edilecekti. Neticede biz bu ayetin aşağıdaki tercümelerinin daha anlaşılır keyfiyyette olabileceklerini düşünüyoruz. - Her insanın kaderini boynuna doladık. - Her insanın amelini boynuna doladık. - Her insanın kaderini tayin ettik. - Her insanın kısmetini/nasibini belirledik, vb. Örnek: İsra 17/13: Her insanın kaderini/amelini boynuna doladık.
16.02.2009 tarihinden beri 3980 defa okundu. Son takip: 21.11.2024 - 09:51